top of page

Filistin Direniş Edebiyatında Bir Nefer

Yazarın fotoğrafı: Yusuf AKSOYYusuf AKSOY


Gassan Kanafani

(1936-1972).


Bir halk baskı ve eziyet altında kalarak travma yaşadığında, edebiyat o halkın ses sahibi olmasını ve benliklerinin güçlenmesini sağlar, yaşanılan travmaya evrensel bir yankı kazandırır. Filistin edebiyatı, hele de onun direniş edebiyatı söz konusu olduğunda bu durum daha da geçerlidir. Filistinli yazarlar da halklarının acılarını ve kederlerini dile dökmeye çalışmış, edebiyat yoluyla umut aşılayan ve estetik açıdan zengin eserleriyle dikkat çekerler.


Nekbe öncesi ve sonrası yitirilmiş vatana duyulan sevgi


Filistin edebiyatı, İslam öncesi dönemde de örnekler vermiş Arap edebiyatının bir parçası olarak, Arapçanın ve uzun soluklu edebi üretiminin hikayesiyle irtibat halindedir. Bununla birlikte müstakil Filistin direniş şiirinin ilk ayak sesleri Filistin’deki İngiliz mandası sürecinde (1918-1948) duyulmuştur. Özellikle de 1936-39 devrimi sırasında yazılan bu direniş şiirleri İngilizlerin Filistin halkı üzerinde yarattığı yıkımın yasını tutar. Bu dönemde İbrahim Tukan, Abdurrahim Mahmud ve Ebu Selma el-Kermi gibi şairler yaşamını yitiren Filistinlilerin anısına şiirler yazdılar; o dönem bir Arap yurdu olan Filistin’e doğru ağır ağır gelmekte olan ve birkaç yıl içinde Siyonizm’e dönüşecek tehlikenin yasını tuttular.


İsrail’in tarihi Filistin topraklarının yüzde 78’ini sömürgeleştirdiği ve 1948 Nekbesi (Büyük Felaket) olarak anılan olay, bu tarihten çok daha önce 1930’lu ve 1940’lı yıllarda şairler eliyle tasvir edilmişti. Filistin şiiri Filistin vatanı için yazılıyordu; başkaldırıyordu ve kapıda olduğunu sezdiği tehlikeyi, Filistinlilerin 1948’den sonra yaşayacağı sürgünü, yoksulluğu ve cefayı aktarıyordu.


Direniş


Filistinlilerin 1960’larda Filistin Kurtuluş Örgütü (FKÖ) eliyle başkaldırışı, Filistin direniş şiirinde bir dönüm noktasını temsil ediyordu. Filistinli şairler artık “İsrail” olarak adlandırılan topraklardan ve mülteci kamplarında sürgün olarak yaşadıkları komşu ülkelerden ses vererek, Filistinlilerin mülksüzleştirilmesine ve İsrail işgaline karşı çıkan direniş dalgasında bütünleştiler.

Bu dönem, 1972’de İsrail tarafından katledilen büyük romancı Gassan Kanafani ve büyük Filistinli şairler Mahmud Derviş, Semih el-Kasım, Fedva Tukan da dahil olmak üzere Filistinli şair ve romancıların dikkate değer şiirleri ve edebi üretimleriyle doludur. Kanafani’nin Güneşteki Adamlar ve Hayfa’ya Dönüş gibi romanları, Filistinli mültecilerin vatanlarına duydukları hasrete ve acılarına dair manzaralar sunar.


Bu yazarlar Filistin edebiyatını devrimcileştirmiş ve vatanlarının sömürgeleştirilmesine karşı çıkan direniş edebiyatına açık katkılar sunmuşlardır. Bu önemli isimlerden özellikle Mahmud Derviş, Filistin’de ve Arap dünyasında Filistin şiirinin en büyük ve popüler sembolü haline gelmiştir.


Yeni sesler


Bu dönem, aynı zamanda Arap edebiyatında edebi biçim ve içerik bakımından yeniliklerin görüldüğü, Beyrut, Bağdat ve Kahire gibi başkentlerdeki yenilikçi hareketlerle de kesişir. Edebiyat, bu hareketlerde ideolojileri ve dogmaları aşarak daha derin estetik ve insani kaygılardan söz açar, kökleri bir yer ve zamanla mukayyet olsa da insanlık durumunun trajik varoluşunu ve koşullarını işler.

Derviş’in yaşadığı Beyrut, 1970’ler ve 1980’lerde Filistin edebiyatının en parlak örneklerinin görüldüğü yerlerden biri haline gelir. Derviş, İsrail’in Beyrut’u bombalamasını konu alan Unutuşun Hafızası (Memory for Forgetfulness) gibi bazı önemli edebî eserlerini FKÖ’nün Beyrut’tan çekilmek zorunda kaldığı 1982’de kaleme almıştır ve Filistinlileri direniş için yüreklendirmiştir:


Parçalanmış bedenlerimiz, adlarımızdır

kuşat delilikle kuşatmanı

gittiler sevdiklerin, gittiler

ya var olacaksın

ya da olmayacaksın.


Derviş, 2008’deki vefatına kadar Filistin edebiyatının zenginliği içinde en güçlü ses oldu ve ardında olağanüstü bir direniş kaydı ve güzellik bıraktı.


 

Yeni bir kuşak


Modern Filistin edebiyatı kapsayıcı, çeşitliliğe sahip bir edebiyattır. Sadece Filistin’de yaşayanları değil, Arap dünyasındaki ya da Batı’daki diasporayı da kuşatır.

Filistin edebiyatından İngilizceye ve diğer dillere dikkate değer çeviriler yapılmıştır. Murid Bergûsi’nin Ramallah’ı Gördüm (I Saw Ramallah) (1997) ya da Raja Shehadeh’nin 2008 Orwell Ödülü’nü kazanan Filistin Yürüyüşleri (Palestinian Walks) bu çevirilerin birer örneğidir. Ayrıca, son yirmi yılda Filistinli yazarların İngilizce kaleme aldıkları yeni eserler, Filistin’in durumuna sanatsal bağlılıkları sebebiyle de önemlidir.

Bu yeni nesil ve İngilizce yazılmış Filistin kurmacaları arasında Susan Abulhawa’nın Cenin’de Her Sabah (Mornings in Jenin) adlı romanı, Isabella Hammad’ın ilk romanı Parizyen (The Parisian) ve ikinci romanı Enter Ghost yer alıyor. Bu romanlar, tarihi ve modern Filistin’i, vatanlarının ıstırabını duyan insanların toplumsal ve bireysel düzeyde karşılaştıkları zorlukları ele alıyor.

Ben de kendi kitabım Bir Yokluk Haritası: Nekbe Üzerine Filistin Yazıları Antolojisi’nde (A Map of Absence: An Anthology of Palestinian Writing on the Nakba) Filistin edebiyatını, özellikle de Nekbe hakkındaki yazıları ele aldım. Kitap, farklı edebi duyarlılıkları ve yerellikleri temsil eden yaklaşık 50 Filistinli yazarın yazılarını içeriyor.

Bu yazılarda, Filistinlilerin Nakba’dan önceki hayatlarını göstermeye yönelik güçlü bir arzu var. Ghada Karmi bunun iyi bir örneği. Ailesiyle birlikte 1948’de Kudüs’ten çıkarılan Karmi’nin hatıratı Fatıma’nın Peşinde (In Search of Fatima) mülksüzleştirmenin ve sürgünün hesaplanamaz bedeline odaklanan olağanüstü bir kitap.

İbrahim Nasrallah’ın Beyaz Atlar Zamanı (Time of White Horses) ve Celile Kralı’nın Fenerleri (The Lanterns the King of Galilee) adlı romanları da henüz Filistin 1948’de Siyonist güçler tarafından dönülemez biçimde parçalanmadan önce farklı iktidarlar altında, mesela Osmanlı İmparatorluğu ve ondan sonraki İngiliz Mandası döneminde Filistin’de nasıl bir yaşam olduğunu konu ediniyor.

Filistin’de yaşam güvenliydi, topraktan elde edilen hasılat bereket getiriyordu; Hayfa ve Akka gibi güzel Akdeniz şehirlerinde zeytinlerin toplandığı, halka açık konserlerin ve performansların sergilendiği, her mevsimde değişen çeşit çeşit faaliyetlerle zenginleşen kültürel bir hayat vardı. 1948’deki Nekbe tüm bunları değiştirdi. İsrail’in Filistinlilerle ilgili anlatısı, bu halkın sesini, medeniliğini ve eylemliliğini reddeden bir anlatı halini aldı.

Filistin edebiyatı, İsrail işgalinin süreğen baskısı ve giderek artan gaddarlığı karşısında yaratıcılıkları ve yaşama iradeleriyle, şiirleri, romanları, resimleri ve müzikleri aracılığıyla parıldamaya devam eden bir halkın olağanüstü hikayesini betimliyor.

 

*Bu yazı, Enes Ateş tarafından Atef Alshaer’in The Conversation’da yayımlanan makalesinden çevrilmiştir.

 

Filistin'in hiç ateş etmemiş 'komandosu': Gassan Kanafani


Gassan Kanafani, Filistinlilerin kurtuluş mücadelesinin sol sosyalizmden geçtiğine inanıyordu. Edebiyatçı, gazeteci ve sanatçı kimliğiyle sahip olduğu etki alanı, onu Mossad'ın hedefi haline getirdi. Lübnan gazetesi The Daily Star'ın "Hiç ateş etmemiş bir komando" diye nitelediği Kanafani'nin portresi...

 

DUVAR - Ölümü kadar hayatı da, Filistin'in yakın dönem tarihinin bir yansıması olan, halkının ulusal kurtuluşu ve evlerine geri dönebilmesi için çözümün sosyalizmden geçtiğine inanan Filistinli bir Hristiyan: Gassan Kanafani. Henüz 36 yaşındayken Mossad tarafından katledilen Kanafani, sosyalist bir Filistin için sanatı, edebiyatı, teoriyi ve örgütlenmeyi kısa hayatına sığdırdı ve halkının sonsuz saygı duyduğu biri olarak yaşadı.


Gerek tarihsel ve kültürel bağlar, gerek mesafe, gerekse kimi benzerlikler nedeniyle Filistin, Türkiye solu açısından dünyanın diğer bölgelerindeki sosyalist mücadeleler arasında daha yakın bir noktada durmakta. Geçmişte Türkiye'den pek çok devrimci, enternasyonalist dayanışma başta olmak üzere çeşitli nedenlerle bölgeye gitti. Bu devrimcilerin büyük bir çoğunluğu kitlesel ve diğer örgütlere göre daha büyük olduğu gerekçesiyle Ebu Cihat ve Yaser Arafat gibi liderleriyle tanınan Filistin Kurtuluş Örgütü'ne (FKÖ) katıldı. Ancak George Habaş, Leyla Halid ve Wadie Haddad'ların bulunduğu Filistin Halk Kurtuluş Cephesi'yle (FHKC) kurulan ilişkiler çoğunlukla katılım düzeyinde değil, diyalog ve iletişim seviyesindeydi. Oysa bölgeye özellikle 1970'lerde giden kimi Türkiyeli devrimciler, FKÖ'nün esnek ideolojik çizgisinden rahatsız oldukları ve kendilerini FHKC'ye daha yakın hissettiklerini dile getirmekteydi. FHKC parti programını Marksist-Leninist bir bakış açısıyla kaleme alan Kanafani gibilerin bu ideolojik netlikte payı büyüktü.


MİSYONER OKULLARINDAN MÜLTECİ KAMPLARINA


Kanafani'nin hayatı, Birleşik Krallık'ın Filistin Mandası'ndaki liman kenti Akka kentinde başlıyor. 1936 yılında orta sınıf Hristiyan bir Filistinli ailede dünyaya gelen Kanafani, Fransız Katolik misyoner okulunda eğitim gördü. Ancak doğduğu topraklarda sadece 13 yaşına kadar yaşayabildi. Bu sürenin huzurlu geçtiğini söylemek hayli güç; avukat babası Birleşik Krallık'ın Filistin politikalarına ve Yahudi yerleşimcilerin bölgeye gelmesine karşı duruşu nedeniyle birkaç kez cezaevine girmişti. 1948'deki savaş sonrasında pek çok Filistinli mülteci gibi zor günlerin kapıda olduğunun farkında olan Kanafani ailesi de önce Lübnan'ın, ardından da Suriye'nin başkenti Şam'ın yolunu tuttu.

Kanafani için toplumsal kaygılar varoluşsal nedenlerden kaynaklanıyordu. Bu nedenle kendi emeğini ve yeteneklerini halkı için harcamaya çok erken yaşlarda başladı ve okulunu bitirdikten sonra bölgedeki binlerce Filistinli mültecinin ilk sanat öğretmeni oldu. Arap edebiyatı üzerine çalışmalar yaptığı Şam Üniversitesi'nde FHKC'nin kurucularından olan ancak o dönem Arap milliyetçisi ve Nasırcı bir çizgiyi takip eden George Habaş ile tanıştı. 1956 yılında Kuveyt'e gitti ve çeşitli gazetelerde editörlük yaptı. Burada özellikle Rus edebiyatıyla ilgilenme fırsatı buldu. Habaş'ın daveti üzerine Lübnan'ın başkenti Beyrut'a gidip bir yandan gazeteci olarak çalışmaya devam etti, bir yandan da roman yazıp edebiyat üzerine çalıştı.

 

'MARKSİST FİKİRLERİ 'HAVALI' HALE GETİRDİ'


Kanafani'nin sosyalizme Kuveyt'te başlayan ilgisi Lübnan'da da devam eder. Başta Arap milliyetçisi ve Cemal Abdülnasır'ın görüşlerine paralel gazetelerde çalışsa da son durağı FHKC'nin yayın organı El Hedef olur. Bu önemli bir değişimdi çünkü FHKC diğer Filistin soluna göre Nasırcı Arap yönetimleriyle daha mesafeli bir ilişki kuruyordu ve bu yönetimleri, 'Askeri küçük burjuva devletleri' olarak tanımlıyordu.

El Hedef'in Kanafani'yle birlikte değişimi aslında FHKC'nin Marksist Leninist bir çizgide değişimini gösteriyordu. Arap millyetçiliğinden sıyrılıp Marksizm ve Leninizm'de sorunların çözümlerini arayarak atılım yapan FHKC, yayın organı El Hedef'te belki bundan daha büyük bir sıçrama yapmıştı. Gazete hakkında Filistin direniş tarihini yakından tanıyan Lübnanlı Prof. Esad Ebu Halil şöyle diyor:

"El Hedef kendinden önceki ve sonraki diğer gazetelere benzemiyordu. Dünya devrimci basınına damgasını vuracaktı. Kanafani, Filistin Devrimi'nin en muhteşem posterlerinden bazılarını Beyrut'taki El Hedef ofisinde tasarladı ve üretti. Lübnan Komünist Partisi'nin sıkıcı basınının aksine Arap devrimci Marksist fikirleri 'havalı' ve çağına uygun bir hale getirdi. Filistin'in kurtuluşu için sanatı, edebiyat ve bilgiyle birleştirdi."


POSTER TASARIMLARINDA ÇIĞIR


Ebu Halil, Kanafani'nin gazetenin şeffaflığına ayrıca özen gösterdiğini, El Hedef'e yapılan mali yardımların sürekli yayınlandığını ve bunların arasında çoğu zaman Batı'da yaşayan Filistinli öğrenciler ile Filistin mülteci kamplarından yoksulların bağışlarının yer aldığını söylüyor.

Kanafani'yle birlikte El Hedef gazetesi ve FHKC özellikle poster konusunda özgün bir tasarım kültürü oluşturmayı başardı. Kanafani'nin tasarımları dünyadaki diğer sosyalist hareketlere de ilham kaynağı oldu. Arap harfleriyle 'Filistin' sözcüğüne yaptığı, Filistin haritasını da içeren tasarım en sıra dışı görsel eserlerinden biri. FHKC'nin sözcüsü ve politbüro üyesi olana Kanafani, sık sık FHKC için de tasarımlar yaptı. Bunlar zamanla dünyada 'Filistin' denilince akıllara gelen görseller haline geldi.


 

 

 

İÇ SAVAŞ' MI YOKSA HAK MÜCADELESİ Mİ?


Gerek iyi derecede İngilizce ve Fransızcası gerekse FHKC sözcüsü olması nedeniyle Kanafani, sık sık Batılı gazetecilerin sorularını yanıtlardı. Kanafani'nin Avustralyalı gazeteci Richard Carleton'la yaptığı ünlü söyleşi hakkında Ebu Halil, "Ana akım batılı bakış açısına sahip bir gazeteciye karşı durduğu noktadan hiç vazgeçmiyor" diyor. Gerçekten de söyleşiye başlarken sarf ettiği şu sözler Kanafani'nin tarihsel materyalizmi nasıl özümsediğini gözler önüne seriyor: "Ben dünya tarihin, zayıf insanların güçlü insanlarla savaşından ibaret olduğundan eminim. Doğru bir davaya inanan zayıf insanlarla, gücünü zayıfı yok etmek için kullanan güçlü insanların çatışması."

Söz konusu röportajda, Carleton'un sorusunda geçen 'iç savaş' ifadelerini duyunca Kanafani, "Bu bir iç savaş değil. Bir halk, senin de Karl Hüseyin'in Arap pasaportu var diye savunduğun faşist bir hükümete karşı kendini koruyor" ifadeleriyle gazetecinin cümlesi yarıda kesiyor. Carleton bunun üzerinde "O zaman çatışma" demesiyle beraber Kanafani sabırla, tekrar "Bu bir çatışma da değil. Adalet için savaşan bir özgürlük hareketi" cevabını veriyor. Carleton'ın "Her ne denirse densin o zaman" sözleri üzerine anlaşılmadığını hisseden Kanafani, daha sonra ünlenecek cevabını veriyor: "Bu 'her neyse' değil. Tüm sorun işte tam burada başlıyor. Bu, senin tüm sorularını sorabilmene yarıyor. Bu tam olarak sorunun başladığı yer. Bu ayrımcılığa uğramış bir halkın, hakları uğruna savaşması. Tüm hikâye bu. Eğer iç savaş dersen o zaman senin soruların gerekçeli hale gelecek. Eğer çatışma dersen neler olup bittiği bir sürpriz olacak."


KILIÇLAR VE BOYUNLAR ARASINDA 'BARIŞ' OLUR MU?

Kanafani de diğer pek çok FHKC temsilcisi gibi 'Doğulu radikallere akıl veren ve böylece 'barış' yolu gösterdiğine inanan' ana akım Batılı düşünceyi tanıyor ve bu düşünceye nasıl yanıt verilmesi gerektiğini biliyordu. Bu anlamda söyleşinin son kısmı en dikkat çekiyor. Gazetecinin 'İsrail ile savaşmamak için neden konuşma ve görüşmeye karşı olduklarına' dair soruya Kanafani, "Böyle bir konuşma kılıçlar ve boyunlar arasında yapılacaktır" cevabını verse de, Carleton yanıttan tatmin olmaz ve "Ama görüşmede kılıç ve silahlar olmayacak" der. Bunun üzerine sert bakışlarını da esirgemeyen Kanafani, "Taraflar arasındaki acıların, sefaletin bitmesi için görüşme" sorusu üzerine "Kimin acıları, sefaleti ve yıkımını önlemek için? Ülkelerinden kamplara atılan, açlık içinde yaşayan, 20 yıldır öldürülen, hatta 'Filistinli' ismini dahi kullanmaları yasaklanan Filistinliler için mi?" sorusuyla karşılık verir. Ardından Carleton 'Belki böylesinin daha iyi' olduğunu söyler, Kanafani'yse "Belki senin için öyle ama bizim için durum böyle değil. Bizim için ülkemizi özgürleştirmek, onura, saygıya, insan haklarına sahip olmak hayatın kendisi kadar aslidir" yanıtıyla ana akım Batılı görüşle Ortadoğu gerçekliği arasında keskin bir çizgi çeker.


HİÇ ATEŞ ETMEMİŞ BİR KOMANDO

Temmuz 1972'de Kanafani, arabasının kaportasına yerleştirilen 3 kilo plastik patlayıcının patlaması sonucunda 17 yaşındaki yeğeni Lamees Najim'le birlikte hayatını kaybeder. İsrail istihbaratı Mossad saldırıyı üstlenir. Mossad, aynı yıl Japon Kızıl Ordusu üyeleri tarafından

Aviv Lod Havalimanı'na yapılan saldırıya misilleme olarak Kanafani'yi öldüürdüklerini açıklar. Japon Kızıl Ordusu'nun FHKC'yle ilişkileri olsa da Kanafani'nin olayda somut bir rolü yoktu. Lod Havalimanı saldırısı Kanafani'yi öldürmek için İsrail için bir 'bahane' olmuştu. Çünkü o sıradan bir FHKC lideri değildi. Edebiyatçı, gazeteci ve sanatçı kimliğiyle pek çok noktaya ve insana ulaşabiliyordu. Etki alanının genişliği açısından, İsrail'de daha büyük bir 'tehdit' olarak yorumlanması şaşırtıcı değil.

Tam da bu yüzden Kanafani ölünce tarihten silinecek insanlardan değildi. Net ideolojisi, Filistin ve Arap edebiyatına yaptığı katkılarla arkasında sağlam bir örgüt mirası, onlarca roman, tiyatro oyunu, bilimsel çalışma ve direniş mirası bıraktı. Bugün FHKC için Kanafani, önderlik görevini manevi anlamda sürdürüyor. Ölümünü takip eden günlerde Lübnan gazetesi The Daily Star, Kanafani için şöyle yazacaktı: "Hiç ateş etmemiş bir komandoydu, silahı tükenmez kalemi, mekânıysa gazete sayfalarıydı."

 

Filistinli yazar Gassan Kanafani'nin Hayfa'ya Dönüş öyküsü

Mustafa Orman Independent Türkçe için yazdı


Edward Said, sürgün üzerine yorumunda, "daha çok günümüz dünyasında, sürgünde olduğunuzu, yuvanızın aslında pek de uzakta olmadığını hatırlatan birçok şeyle birlikte yaşamaktan, çağdaş günlük hayatın normal akışının sizi eski yerinizle sürekli ona ulaşacak gibi olduğunuz ama bir türlü ulaşamadığınız bir temas halinde tutmasından kaynaklanır. Bu yüzden sürgün bir arada kalma durumundadır, ne iyi ortamıyla tamamen birleşebilir ne de eskisinden tamamen kopabilir, ne bağlanmışlıkları tamdır ne de kopmuşlukları, bir düzeyde nostaljik ve duygusalsa bir başka düzeyde becerikli bir taklitçi ya da gizlice toplum dışına atılmış bile tetikte durulması gereken bir tehdit çıkar ortaya; fazla rahat ve güvenlikli olma tehlikesi" olarak ifade eder.

 

E. Said'in temelde, sürgüne dair söyledikleri sürgünün arada sıkışıp kalmışlığına ve temasına ışık tutar.


İktidarı tedirgin etme aracı olarak edebiyat: Gassan Kanafani


Gassan Kanafani, hem bir sürgün olarak hem de topraklarına duyduğu özlemle, iç dünyasındaki boşluğu yazıyla ve politik tutumla düzene koymaya yönelik çaba göstermiştir.

 

Kanafani, tarihsel döngünün getirdiği sömürge bir ulusun mevzilerinde yaşaması; yazdıklarıyla kendi toplumunu, politik tutumuyla da sömürgeci İsrail'i hedefe oturtmuştur.

Edward Said'in "köksüz insan" ifadesi, Gassan Kanafani'de de geniş yer tutar, geleceğin belirsizliğinin doğurduğu sonuçlar çoğunluktadır. Geçmişin yüzü ve hatalarıyla toplumsal hafızayı diri tutmayı yeğler.

 

Eserlerindeki bu eleştiri ve hafıza yaratma güdüsü, onun geleceğe yönelik çıkarımlarındaki sonuçsuzluğunu ve tıkanmalarını da açığa çıkarır.

Hem evinde olmamayı hem evinden kovulmayı hem de evine dönememe gerçeği, Gassan Kanafani'nin sıkışmışlığına dair "köksüz insan" tezahürünün hayaletini sıklıkla gösterir.

Filistin'deki köklerine dair keşif, sürgündeki krizle birleşerek derin kırılmalar yaratır. Gassan Kanafani'de kırılmalar derinleştikçe krizler de artarak ortaya çıkar.

Ruhları hikayeler yoluyla kaydederken aslında eleştiriler yönelttiği sadece Filistin halkı değil, ta kendisidir.

Holostkot sonrası sanatta ortaya çıkan "temsil krizi"ni Kanafani, felaketin dile yükleyeceği yıkımın farkında olarak, yıkımın ve felaketlerin insanları nasıl dilsiz bıraktığını, dili nasıl felç ettiğinin bilinciyle eserlerini tarihsel-toplumsal varoluş rayında yürütür.Bu dilsizliği, kendi siyasal bilinç ve sınırlarıyla yüzleştirerek anlatır eserlerinde. Kanafani, Filistin halkının dönüm noktalarını, kayıplarını, bir arada kalamamalarını ve sürgün hallerini çarpıcı ve insani zayıflıklarıyla birlikte anlatır.Dünyaya seslerini duyurmasından çok, Filistinlilerin birbirlerinin sesini duymamasına eleştiriler yöneltir.

Özellikle anavatanlarını terk etmelerinin nasıl bir Filistin ve nasıl bir Filistinli insan tipi yarattığına sıklıkla değinir eserlerinde.


 

 

Hayfa'dan Filistinlilerin sürülmesi

 

1947 yılında BM Bölme Planı'nın devreye girmesiyle birlikte, İsrail önerilen yerlerin bir parçası olarak Hayfa kentini seçti.Bu kararın akabinde Filistinli Arapların ciddi protestoların sonucunda ölen ve yaralananlar oldu. Bununla birlikte Araplar ve Yahudiler arasında ciddi çatışmalar meydana geldi.Yaşanan kaos nedeniyle Arap komitesi devreye girerek halkı sükunete davet etti, evlerini terk etmemeleri, uyanık davranmaları, sakin olmaları konusunda uyarılarda bulundu.

Fakat komitenin bu uyarısı baskılar nedeniyle boşa çıktı, binlerce Arap, mahallelerini ve evlerini terk etti. Kasım ayında yaşanan bu olaylardan sonra, Yahudi milisler aralık ayında Hayfa'daki Arap kalabalığına bomba atmasıyla altı kişi hayatını kaybederken 42 kişi de yaralandı.Yaşanan bombalı saldırıyı başka saldırılar da takip etti. Yahudiler, Araplara yönelik büyük saldırılar gerçekleştirdi, Arap nüfusu 62 binden 5-6 bin sevilerine kadar indi.

Bazı kaynaklara göre ise, Yahudilerin çoğunluğu Arapların kalıp hayatlarına devam etmelerini, dükkanlarını işletmelerini isterken, milliyetçi Yahudilerin baskıları ve Arap liderlerin telkinleri nedeniyle Arapların bir anda Hayfa'yı terk ettiklerini belirtirler.

 

Gassan Kanafani'nin Filistin'in Çocukları Hayfa'ya Dönüş ve Diğer Hikayeler adlı kitapta, kendi yaşamına ve Filistin halkına mercek tutar.

 

İktidarsızlık hissiyle dolup taşmış bir halkın, tarihsel yazgısını geçmişin hatalarında arayarak yeniden ayağa kalkmasını salık verir yazdıklarında. Merkezde halkının hatalarını kendi duygularının bilinciyle verir mesajı.