top of page

Düşen Yaprak Rüzgarın Yolunda

Güncelleme tarihi: 22 Oca 2022

Şenol Yazıcı Kitapları Üstüne

*





“…Ve şimdi yaz geçer, zamanıdır. Benim ülkemde yalnızlık başlar.

Yalnızlık üşütürmüş insanı, yazık onca üşüdüm de, şimdi anladım, ondanmış… Şimdi güz. “”[1]


Güz salt sararan yapraklar ve yükselen bir romantizm değil, güz aynı zamanda insanın yaşarken sonunu adım adım algıladığı bir dönem, ölüme en çok benzeyen an... Ondan mı bu kadar üşür insan?


“Sırtımdan belime iğneler akar. Hani ağlamak bentleri zorlayan bir sudur, ama gırtlağında bir kıl ustura dolaşır, ağlayamazsın. Tam ordayım; ıssızlaştıkça dört yanım, bir ağlama tutar.


Cemre düşmez dağlarıma,

Nevruzlar başka tanrıların çocukları,

Artık bir lokma,bir hırka,bir de sen değil hayat,

Kimsesizlik giyneğimiz,

Üşürüz,çok üşürüz.” [2]


Bu kadar öksüzlük fazladır, karşı koymak istersiniz. Yaşamınızda sığınacağınız anlar vardı, doğuma, dirilişe ve güce ait zamanlar. Ruhunuzun derinliklerinde umutsuz çırpınışlarda bir dal ararken yakalarsınız onu. Belki gerçek bile değildir, ama sizin gerçeğe değil, tutunmaya gereksinmeniz vardır.


Yine aklımdaydın. Hem hayat kadar gerçek. Hem de her şeyi oluruna bırakan, hatta hasadı geciktiren Hilmi amca kadar masalsı… Ürünü ıslatacak yağmura aldırmayan o koca yürekten beklenen beklentisizlikti hatırladığım. Tanıma şansını elde eden bir neden bulmaya çalışmazdı o kadar sevildiğine Şanslıydık sahiden. Ne gerçekçi masal ama…

Herkesin görünür bir nedensiz sevdiği bir adam ve onu saran, sarmalayan, olabilecek sıkıntılardan kurtaran imece nice eylem…


- Biçelim mi?


- Biçeriz …


- Biçtik, harmanlayalım mı ?


- Harmanlarız…


- Harmanladık, balyalayalım mı?


- Balyalarız…


- Balyaladık.


Ama kurtuluş anlıktır, ama GÜZ yaşar.


“Sonbaharın sararmış yaprakları dalların uçlarında bir iki belirmişse de, ilk kar yağışına daha çok vardı. Önce göçmen kuşlar geçecekti. Güneyden bir karabulut gibi, sanki bu evrenin dışından bir yerlerden gelmiş, binlerce kuş değil, bütün gökyüzünü örten, 'V' biçiminde, bir tek yaratık gibi çığlık çığlığa geçerlerdi. Ardından bıldırcınlar gelecekti.[3]


Ve birileri gidecekti. Birileri geleceği gibi. Kitapta her ikisi de; ayrılık da , kavuşma da vardı.

O dünyanın yuvarlaklığına aldırmadan gittiğinde gelen sendin yine. Hep aynı yollardan. Bugün gibi gözlerimin önünde… Dile gelmişti en bilinen ayrılık. Şairin dengesini bulmaya çalıştığı.

Biliyorum,

Ölümün adil olması için

Hayatın adil olması lazım, diyorsunuz.[4]


Soyunmaya başlamış gelin gibiydi her yan. Öylesi sarışın , öyle nazlı, öyle usul, öyle telaşsız ve bir o kadar da dönüşsüz. Kavuşmanın dokunulmazlığı vardı ne de olsa üzerinde. Derinden derine engelsiz de bir durumdu bu. İçimi dokumaya başlıyordun, dışarıda söktüğün her şeyden öte. En el tezgahında. İçin için boyanıyordum içinin safranıyla.


“Bir taraf bahçe, bir tarafta dere

Gel uzan sevgilim, benimle yere,

Suyu yakuta döndüren bu hazan

Bizi garkeyliyor düşüncelere” [5]


dörtlüğü dökülüyordu dudaklardan .


Umudun bittiği yerde bekler de aç başlangıçlar. Bilir misin yıla her çöküşünde şaha kalkmaya hazır doru bir at bağlanır yüreklere. Ne iş kalır, ne güç biter olduğun yerde. Bağlar, bahçeler bozulmuştur. Koç katılmıştır. Koyunlar yayımda…Harman sonu, güz ekimi arası neler olmaz ki buralarda? Düğünler dernekler kurulmada. Bir başka heyecan vardır panayırda.

Son hatırladığım panayıra benzer olayda çok yaşlı bir kadını iki kolundan iki oğlu ( yürek öyle olduklarını düşünmek istiyor ) tutmuştu. Titrek bedeninden beklenmeyen bir azimle panayır yerini geziyordu kasabanın. Üzerinde, yörede ( Biga / Çanakkale ) adet olduğu üzere gömleği ile aynı desende viskon şalvar, hem de hiç kullanılmamışından… En çiçekli yemenisini, çiçeklerini ve oyasını en iyi gösterecek şekilde bağlamış. Sandıkta sararmasın, korunsun şeytan işemelerinden tavrını yanına almış.. Sanki yazılmamış bir vasiyeti yerine getiriyordu. Eylemsi bir son istek… Unutamadığı geçmişin güzelliğini yaşatmak istemişti besbelli. Gözlerine düşen güneşi gördüm. Soldurmayan bir şeyler vardı onu. Sana inat mevsimsiz bir gülüş dudaklarında…


Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,

Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat .[6]


Dizesini getirdi aklıma. Senden değildi şairin söz edişi. Ama sen varsın içinde gibi geldi bana. Ben dizelerde aradıktan sonra seni, kim aksini iddia edebilir ki? Neyin anlatıldığı, nasıl anlattığı, ne anlaşıldığının önüne geçebilir mi? Kim kendinin ötesine geçebilir ..Ve gerçeğin, gerçeğinin…

Çatal iğnede nazar boncuğu örneği, bir ilişiklik var sende. Gelen hiç gitmeyecekmiş gibi olsa da, bir sen, yol çeker beni, der gibisin.


oysa ben akşam olmuşum

yapraklarım dökülüyor

usul usul [7]


Diyor ya şair. Olacakları bildiğine işaretle. İçindeki sonu görüp… Doğumdaki ölümü duyumsamak gibi… Ömre çöküyorsun işte o zaman. Ve akıldan geçiyor yaşanmışlıklar. İlle de aşklar…


Kanımıza karışan ilkel acı, o yaban ağrıyla hiçbir kitabın yazmadığı hakikatlere daha yakınızdır, [8]


diyen yazardan kulaklarımıza pervasız birer küpe takmalıyız, desem sözün burasında… Birer çingene olmalıyız hani... Çingeneler sever mi seni? Sanmam… Ya sen bir çingeneyi? Benim olsa severim, der gibi sessizliğin. Eteklerini savuracak, yüreğini kavuracak kadar. Nasıl olacaksa? Oysa sen göçebe, çingene göçebe…Şoparına kadar hem de… Dilinden şairler anlar ancak, sen de onlarınkini. Ne de güzel anlaşırsınız. En çok da hüzzam makamında.


Böyle mi esecekti son günümde bu rüzgar Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar Kalbim acılarla hep bölünmüş dilim dilim Bütün kuşlar vefasız mevsim artık sonbahar [9]

Bazen hayalden bir giysiye bürünerek, bazen çırılçıplak kalıp gerçeğin önünde eğilerek. Ve bazen de bir aynanın içine bir ayna daha yerleştirerek belki … Hangi pencereden bakarsak bakalım, nasıl bakarsak öyle görmeye başlarız dünyayı. Belki bir mevsimden bakarız. Sonbahardı gözlerin.

Önce sıcacık, ardından soğuk yeller dönerek esti. Sonra da birden ağır damlalar tek tek döküldü. Az sonra da birden yağmur hışımladı, çıvgınlar sağdan soldan, önden arkadan saldırdı. Ortalık karardı. Şimşekler sağıldı arka arkaya denizin üstüne. Dünya apaydınlık gündüz gibi oldu. O anda da göz gözü görmedi. Gökler çatladı, deniz gürledi, sular çakıl taşlarını aştı, çınarların altına kadar geldi.[10]

Şairin gözlerinde bir yürek. Siler yalnızlığı. Sahi sana, sevdan hangi renk, diye soran oldu mu?


“Turnalar, yaban ördekleri de geçer birazdan. Gökyüzünü “V”lerle doldurup kuş sesinden öte, kükreyerek geçerler.

Yalnız kalmış gibi olurum. Sen bunu bilir misin?

Zor olan, yalnız olmak değildir. Gibi ‘si yok mu? Hani dört yanın insandır, ama yalnızsın. Hani bayramlarda daha bir duyumsarsın öksüzlüğünü,.. işte öylesi.

Ne zaman, ayaz çekip göçer kuşların sesleri doldursa ay dolu gökleri, öyle olurum. Önce vaat edilmiş, sonra terk edilmiş bir ülkeymişim gibi gelir. Cennette bir başına yaşamaya bırakılmışım gibi.

Tanımasam da, aynı ülkeyi paylaştığım insanlar gibi göçmen kuşlar. Bir sabah kalksanız ki, tüm insanlar çekip gitmiş kentinizden, köyünüzden. Hırsınızdan, aç gözlülüğünüzden gına getirmişler, gına getirmişler kendiniz gibi yapma gayretinizden ve gitmişler neleri varsa size bırakıp:

Sevinebilir misiniz?[11]

İşte ordayım. Ve hala aklımdasın.


Ben seni bağırmadan ararım. Sessizliğime banarım anarken, sesini.. Kelebek etkisinden söz olur ya… Yollarda oyalanır rüzgar … Yüzsüz kalır yerçekimi.


Ve şimdi güz, en çok aklımdasın.



*


[1] Şenol YAZICI/ Sevgili Yaz Annem [2] Şenol YAZICI / Sevgili Yaz Annem [3] Şenol YAZICI / Selam Söyleyin Ay Işığına [4] Nazım Hikmet [5] Ahmet Haşim [6] Can Yücel [7] Attila İlhan [8] Cezmi Ersöz [9] Söz-beste: Teoman Alpay [10] Yaşar Kemal / Karıncanın Su İçtiği [11] Şenol Yazıcı / Sevgili Yaz Annem

*

39 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments