top of page

Bir Mektup - Halikarnas Balıkçısı

Güncelleme tarihi: 21 Eki 2021



''Bir de düşündüm ki bu mektuplar Halikamas Balıkçısı'nın bütün yazılarından daha iyi canlandırıyordu, çünkü yalnız bir konu, bir yaşantı ya da bir bilgi, bir düşünce üstüne yazmamıştı Balıkçı bu mektupları, bu yönlerin tümünü bir araya getirerek yaşaya yaşaya konuşmuştu. Sesi vardı, sözü vardı, devinimi vardı bunlarda. Bütün romanları, öyküleri, bütün sözleri, yazılarıyla ve asıl günlük yaşamıyla tüm Halikamas Balıkçısı vardı; doğanın kırk bin yılda bir yetiştirdiği uluslararası, evrensel değerde bir insan... Hele Türkiye’miz için geleceğe aydınlık saçacak, düşüncesi bir ok gibi fırlayıp kimbilir kaçıncı yüzyılda hedefine vuracak bir ulu... Sonra da bir insan ki iyiliği, güzelliği ve sevecenliği ‘Merhaba’sı gibi yürekleri çınlatıp insanları sevgi cümbüşüne çağıran bir ses... Elimden geldiği kadar duyurmaya çalıştım mektuplarında yankılanan bu sesi. Ama tümünü verebildim mi, ne gezer! Daha iki üç kitap dolduracak kadar çok yazı var elimde. Halikarnas Balıkçısı’nın bilimsel konular üstüne yazdıklarından yalnız birazını aldım buraya. Bu derleme herkesin kolay kolay, rahat rahat okuyabileceği ve yalnız zevk için okuyabileceği bir seçme olsun istedim.''

gibi sözlerle, ruhunu ve yüreğini işliyor Azra Erhat, Halikarnas Balıkçısı'yla olan yazışmaları okurlarla buluşturacağı kitabın kapısına astığı nota. Sonra yine Azra Erhat'ın araladığı kapıdan gözlerimiz, aklımız, ruhumuzla bizler buyuruyoruz kitabın sayfalarına...Başlıyor Halikarnas Balıkçısı anlatmaya:


(Mektuptaki imla türünden hatalar, yabancı kelimelerin fazlaca tekrarı, Azra Erhat'ın da kitabın ön sözünde değindiği üzere, Halikarnas Balıkçısı'nın aslında eski yazıya hakim olmasından ve farklı kültürlerle bir arada yaşamasından kaynaklanmaktadır. Yine Azra Erhat, Balıkçı diye seslendiği yazarın anlatımında, en ufak bir anlam kayması olmasını istemediği için mektupları olduğu gibi kitaba almış, yabancı sözcükleri araştırma işini okura bırakmıştır.)


31 Mart 1957 Tarihli Mektuptan Alıntı


''Gelelim o Bittel’e, belki de herif «Troyalılar da Türk’dür bunu mu isbat etmek istiyorsunuz?» demesinde belki haklıdır. Çünki kim bilir bizden kaç meşe odunu kafa Türkçü gidip gidip herife, nerede bir medeniyet varsa Türklerden gelme olduğunu söylemişlerdir. Sen bittabi öyle saçma sapan bir inançda değilsin gelgelelim sözünün başlangıcından belki o kanaatda olduğunu sanmışdır. Zaten Almanların hemen hemen hepsinde o racist arrogance vardır, aksi halde Hitler o kadar muvaffak olmazdı. Yani onların bu hali sikkenin yazısı, bizdeki Türkçülük de turası; gel- gelelim sikke aynı sikke; ister yazısından ister turasından bak. Seninle herif alay etmiş. «Ağlayacaktım az daha!» diyorsun. Neye ağlayasın? Tahmin ediyorum. Öğrenmek arzusu kadar insanın bakışına masumiyet veren bir şey daha yokdur, deyesim geliyor. Eh! Onunla alay edilmez! İnsana şaplak aşketmek isteğini veren o düz enseli keleşin — yani manen öyle — gözleri kördü galiba. Einstein ölmeden önce tahsilin hedefi «muvazeneli insandır» diyordu. Bittabi «kafası muvazeneli» yemi herif edindiği ihtisası, gövdesine yabancı bir cisim imiş, tepesinde bir şapka imiş gibi durmayacak. Zaten adam «exper»lerden nefret ederdi. (Kendisi matematik bir exper olmasına rağmen, amma onun öte tarafları matematik «expertise»i kadar gelişmişdi.) Yani her cihhetdeki bilgin müvazeneli olacak. Yüreğinin çarpışı, ciğerlerinin soluyuşuna denk olacak.


Senin Bittel’de muvazene yok değil. Eski saray tablakârların da müvazeneleri vardı. Onlar, içlerinde bir iki türlü az bulunan sahanları, toparlak bir tablaya koyarak, tablayı başlarında müvazeneli olarak taşırlardı. Herife hafif dokunuldu muydu, tabla düşer, adam da irfan salçalarını yere döktüm diye kızardı. Eksperimin İngilizce tarifi şöyledir, «a specialist is a man who known more and more about less and less, until he knows nvi'i'ylililityi about nothing.» (Uzman, gitgide daha az şey hakkımla gitgide daha çok şey bilen, sonunda da hiç hakkında her şeyi bilen adamdır.) Malum ya zamanın eksperleri uçağı leal etmeğe uğraşan Wright kardeşlerle alay etmişlerdi. Bu ııılıımların yani arkeoloji eksperlerin ta bidayetde bir «parti |a lii*leri, önyargıları oluyor. Sonra bir şeyi istedikleri gibi bulamadıkları için kızıyorlar. Bir kaptana «Girid’e git» demişler. Denizlerde aramış taramış, Girid’i bulamayınca «Girit yok» demiş. Bu, her taraf Girit’ten ibaret demenin tıpkını. «I as extrémités se touchent» uçlar birbirine değer. Gençken Fransa’da trende seyahat ediyordum. Bir güzel kadın vardı, bir de katolik papaz vardı. Herif kıpkırmızı kesildi, elindeki tespihi çekiyor, dudakları bir dua mırıldanıyordu, kadını görmemek için ona ardını dönmüşdü; «tentation»a karşıydı bu vaziyeti. Gözlerini fal taşları gibi açıp kadına dikmesinin tıpkısıydı bu ard dönmesi. İstediklerini bulamayınca arkeologlar peygamberler gibi işi kaskatı bir dogmatizme döküyorlar. Bu budur deyip kesiyorlar. İskeletin kemikleri katılaşınca büyüme de durur. İnsan dünyaya bir ker- re gelir, yunus balığı gibi yokluk engininden fırlayarak, yine yokluğa dalar. Bu gelişde de görüp göreceği, tesadüf eseri, kendi çağdaşlarıdır. Onların arasında — hepsi de Praxitel’in elinden çıkma Apollo heykeli olmaz a — kusurları vardır. Bunun kolu sakat, istemem! denemez a. Sakat makat topye- kün kabullenilir. Fakat bu «contemporain»ler arasında insana en ziyade şeref verenler, öğrenmek için gelenlerdir. Eh insan böyle bir müracaata, hoyratça, «¡Efendi kitap oku, kitap!» demez a. Sen bir insani arzuyla herife gidiyorsun. Herif kurak mevsimde toprakdaki soğanın başma dikilmiş de «Görüp göreceğin su bundan ibaretdir,» diyerek soğanın üzerine işemiş, ona da «Görüp göreceğin insani duygu bundan ibaretdir,» demeli. Biraz fazla Rabelaisien’liğe kaçar amma herif istedi. Sonra bu «Kitap! kitap!» deyişinde kupkuru bir kabızlık var. Kendisi galiba kitaba tabi olarak, tomar kulu kölesi olmuş. Kitabın kıymeti ona hâkim olmakdadır, mahkûm olma'kda değil. Her zaman söylerim; enginarın büyük kelle çevirmesi için, çıkacağı yerin üzerine ağırca bir taş korlar. Ya kelle kuvvet toplar ve taşı bir yana devirir çıkar, yahut taşın altında ezilekalarak çürür. Kitap yokardaki bir daldır, insan onu tutarak kendini yokarı çeker, sonra ona basarak daha yükseğe bakar. Kitabı yazan, tırmanmakda insana yardım olsun diye bir kol salmış gibidir. «Tut elimden seni başınım üzerine çıkarayım!» dermiş gibi. Yoksa bütün ağırlığımla üstüne abanayım da ezeyim deyen bir marifet değil. Kitap böyle olmayınca hikmeti vücudu kalmaz. Hep bunlar alelade gerçekler, fakat insanlar bunları unutuyor bazen.


Neyse bırakalım şu Bittel’i ağaç kurdu gibi kendi karanlığında tünelini kazıp dursun, ondan da bir hizmet beklenir. Bittabi Truvalılar Türk değildiler. Fakat Truva gibi Teu- ker gibi adlardaki ötüşler Anadolu’da çok rastlanan seslerdir. Bugün şifreleri çözenler çokdur. Onlar dillerde konson seslerinin her dildeki nisbetlerini tayin etmişlerdir. Anadolu’ da t,k,r’ye her zaman çok rastgelinmişdir. Bu birçoklarının dikkatini çekmiş bir haldır. Şimdi elimin altmda James Fra- zer var. Adam arkeologlarla omuz öpüşen bir mitologdur muhakkak.''



Halikarnas Balıkçısı - Azra Erhat

Mektuplarıyla Halikarnas Balıkçısı

Derleyen : Aysu AFYONLU



HALİKARNAS BALIKÇISI


Bodrum'a olan aşkı ile tanınan ünlü roman, şiir, öykü yazarı.


  • Doğum tarihi ve yeri: 17 Nisan 1890, Girit, Osmanlı İmparatorluğu

  • Ölüm tarihi ve yeri: 13 Ekim 1973 (83 yaşında), İzmir, Türkiye

  • Evlilikleri: Hamdiye Hanım (?-1925 y.), Agnesia Kafiera, Hatice Hanım

  • Ebeveynleri: Sare İsmet Hanım, Mehmed Şakir Paşa

  • Çocukları: Mutarra Agustina, Aliye Önce, İsmet Kabaağaçlı Noonan, Suat Kabaağaçlı, Sina Kabaağaç


Biyografi Kaynak : Viki

66 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Düşünce

1/3

mavi

ADA

2002

bottom of page