top of page
Yazarın fotoğrafımaviADA

Anton Çehov



İstenmeyen Evlilik

*

Konyaklı çayımız bitince annelerimiz ile babalarımız bizi baş başa bıraktılar. Babam ayrılırken;

– Hadi, oğlum, göreyim seni! dedi.

Ben de arkasından şöyle fısıldadım:

– Onu sevmediğim halde sevdiğimi nasıl söyleyebilirim?

– Aptallık etme! Anlamazsın sen! Dediğimi yap!

Babam öfkeli gözlerle süzdü beni, kameriyeden çıktı. Tam o sırada yaşlı bir el kapı aralığından uzanıp masanın üstündeki mumu aldı. Tümüyle karanlıkta kaldık. “Ne olacaksa olsun!” diye geçirdim içimden ve kıza şunları söyledim:

– Durum tümüyle benden yana, Zoya Andreyevna. Yalnızız, üstelik içerisi karanlık. Bu durumda yüzümün kızardığını göremeyeceksiniz. Kızarmamın nedeni, yüreğimi yakan duygulardır.

Durdum.

Zoya Jelvakova’nın yüreğinin küt küt atışını, dişlerinin birbirine vuruşunu işitebiliyordum. İkimizin oturduğu sıranın titremesiyle onun bedeninde oluşan sarsıntı bana ulaşıyordu. Zavallı kızcağız beni sevebilir miydi? Benden nefret etmesi bir yana, eğer aptalların birini küçük görmesi olasıysa tam anlamıyla küçük görüyordu beni. Çünkü orangutanlardan farklı bir görünüşüm yoktu. Rütbemin, aldığım madalyaların omuzlarımı, göğsümü süslemesine karşın sivilceli, kıllı, ablak suratımla çirkin bir hayvana benziyordum. Sürekli nezle oluşumdan, içkiye düşkünlüğümden burnum patlıcan gibi şişti. Hantallıkta ayılardan geri kalmazdım. Ruhsal nitelikler yönündense övünülecek durumda değildim. Zoya henüz nişanlım değilken ondan aldığım rüşvet utandırıyordu beni. Kızcağıza acıdığım için konuşmamı yarıda kesmiştim.

– Gelin, bahçeye çıkalım. Burası havasız, dedim. Ağaçlar arasındaki yoldan yürüdük. Kameriyeden çıktığımızı gören annelerimiz, babalarımız kendilerini çalıların arkasına attılar. Ay ışığı Zoya’nın yüzüne vuruyordu. O zaman budalanın biri olmama karşın kızın güçsüzlüğünden ileri gelen sevimliliği kaçmadı gözümden.

İçimi çekerek;

– Bülbül ötüyor, sevgilisinin gönlünü eğlendiriyor, dedim. Ya ben ne zaman birini eğlendireceğim?

Kızcağız kızardı, gözlerini önüne eğdi. Böyle rol yapması öğretilmişti ona. Yüzümüz ırmağa dönük, sıraya oturduk. Irmağın karşı yakasında beyaz bir kilise, kilisenin arkasındaysa Zoya’naın gönlünü çalan Bolnitsin adındaki memurun oturduğu, Kont Kuldarov’un kocaman evi yükseliyordu. Zoya oturur oturmaz gözlerini o eve dikti. Onun bakışları karşısında yüreğim cız etti, kendime acıdım. Ey, anam-babam olacak insanlar; sizde hiç anlayış, insaf yok mu? Cehennemde çatır çatır yanmaktan korkmuyor musunuz?


– Mutluluğum bir kişinin elinde, diye sürdürdüm konuşmamı. O kişiye karşı özel duygular, büyük bir hayranlık besliyorum. Gönlümü ona verdim… Ama o beni sevmiyorsa ben… öldüm, bittim demektir. İşte o kişi sizsiniz… Peki, sizin bana karşı duygularınız nedir? Siz de sevebilir misiniz beni? Daha doğrusu seviyor musunuz?

– Seviyorum…

İtiraf edeyim, onun bu sözü beni irkiltti. Oysa ben neler beklemiştim! Nişanlım başkasını sevdiği için bana ret yanıtı vereceğini sanıyordum. Ummadığım bir durumla karşı karşıyaydım şimdi. Kızcağızın birtakım zorlukları göğüslemeyi göze alamadığı belliydi.

Tir tir titreyerek ve ağzımdan dökülen sözlerin ne anlama geldiğini bilmeyerek;

– Doğru değil! dedim. Zoya Andreyevna, iki gözüm, inanmayın demin söylediklerime! Sizi sevmiyorum! Eğer seviyorsam kahrolayım! Üstelik siz de beni sevmiyorsunuz. Bizim yaptığımız düpedüz saçmalık! Oturduğumuz sıranın çevresinde fır fır dönüyordum.

– Yapmamalıyız bunu! İkimiz de güldürü oynuyoruz. Bizi birbirimizle zorla evlendiriyorlar. Mal-mülk kaygısıyla oluyor bu maskaralık, sevginin bunda yeri yok! Sizi aldatmaktansa boynuma taş bağlayıp kendimi suya atarım daha iyi! Analarımızın, babalarımızın bizi zorlamaya hakları var mı? Kölesi miyiz biz onların? Hayır, evlenmeyeceğiz! İnat olsun diye evlenmeyeceğiz! Şimdiye dek onları dinlediğimiz yeter! İşte şimdi yanlarına gidip seninle evlenmeyeceğimi söyleyeceğim!

Zoya’nın gözleri birdenbire kurudu, ağlamayı bıraktı.

– Ben de sizin başka kızı sevdiğinizi biliyorum. Sizin de gönlünüz Matmazel Debe’de.

– Evet, Matmazel Debe’yi deli gibi seviyorum. Gerçi kendisi başka bir mezhepten, üstelik varlıklı değil. Ona gönül vermemin nedeni akıllı oluşu, daha başka erdemleridir. Annem-babam isterlerse beni lanetlesinler, gene de evleneceğim o kızla. Onu yaşamımdan çok seviyorum. Onsuz edemem. Onunla evlenmedikten sonra yaşamanın ne anlamı kalır? Gidiyorum işte. Gelin, bizimkilere birlikte söyleyelim. Size nasıl teşekkür edeceğimi bilemiyorum. Beni öyle rahatlattınız ki?


Duyduğum mutluluktan dolayı Zoya’ya teşekkür üstüne teşekkür ediyordum, o da benden aşağı kalmıyordu. Büyük bir sevinç içinde ve minnetle ben onun ellerini, o benim saçımı, kıllı yüzümü öpmeye, birbirimize iltifatlar yağdırmaya başladık. Hatta bir ara terbiye kurallarını unutup onu kucaklayıverdim. Diyebilirim ki, birbirimizi sevmediğimizi söylemekten duyduğumuz mutluluk, başkalarının karşılıklı sevgilerini bildirmelerinden duydukları mutluluktan daha büyüktü. İkimiz de sevinçten uçarak, coşku içinde, yüzümüz pespembe, kararımızı bildirmek üzere bizim eve koştuk. Yolda birbirimizi yüreklendiriyorduk:

– İsterlerse sövsünler, dövsünler, hatta evden kovsunlar!


Evin girişinde eşikte bizi bekler bulduk onları. Yüzlerimizdeki sevinci, mutluluğu görünce uşağa işaret ettiler. Uşak koşup şampanya getirdi. Ben ellerimi sallamaya, karşı koymaya, şamata çıkarmaya başladım. Zoya bağırdı, zırlayarak ağladı. Büyük bir gürültü koptu, şampanyayı içemediler.

Gene de evlendirdiler bizi.

Şimdi evliliğimizin gümüş yıldönümünü kutluyoruz. Birlikte tam 25 yıl uçup gitmiş. Başlangıçta zor yıllar geçirdik. Hep azarladım Zoya’yı, gerektiğinde patakladım, istemeye istemeye sevdim. İstemeye istemeye çocuklarımız oldu. Sonra… yavaş yavaş alıştık birbirimize…

Şu an Zoyacık arkamda ayakta duruyor; elleri omuzlarımda, tepemdeki dazlağı öpüyor.



Anton Pavloviç Çehov


29 Ocak 1860 Kırım,

14 Temmmuz 1904 Almanya

*

Anton Çehov, 29 Ocak 1860 günü Kırım’da bir liman kenti olan Taganrog’da dünyaya geldi. Bakkallık yapan Pavel Yegoroviç Çehov ve Yevgeniya Yakovlevna Çehova’nın üçüncü oğluydu.

Taganrog Erkek Gramer Okulu’na yazıldı. Erken yaşta tiyatroya ilgi duydu ve ailesiyle birlikte oynadığı kısa skeçler yazmaya başladı.

Babasız ve Platonov adında iki oyun yazdı. Babasının iflasından sonra aile Moskova’ya gitti; Çehov, Taganrog’da kalıp eğitimini özel dersler vererek sürdürdü.


TIP OKUDU

Tıp okumak için Moskova’ya geldi ve burada Strekoza (Yusufçuk) dergisine Antoşa Çehonte gibi takma isimlerle haftalık öyküler yazmaya başladı. İlk eskiz derlemesi Melpomene’nin Masalları 1884’te yayınlandı.

Bu dönemde tüberküloza yakalandı. Meşhur romancı Grigoroviç’in kendisine yazdığı mektupla yazarlığı ciddiye almaya karar verdi ve kendi imzasıyla ilk öykü derlemesi Karmakarışık Öyküler 1885’te yayınlandı.

İvanov”un ilk hali, Moskova’da Korsh Sahnesi’nde 19 Kasım 1887’de sahnelendi, aynı yıl ikinci öykü derlemesi Alacakaranlık yayınlandı.

Kuğunun Şarkısı ve Ayı 1888 yılında ilk kez sahnelendi. Alacakaranlık ile Puşkin Ödülü’ne layık görüldü. Ağabeyi Nikolay, 1889’da tüberkülozdan öldü.


EN İYİ ÖYKÜLERİNİ YAZDI

Ertesi yıl Sibirya’daki Sahalin Adası’nı ziyaret etti. A.S. Suvorin ile birlikte Fransa ve İtalya’ya gitti. Bir sonraki yıl Moskova yakınlarındaki Melihovo arsasını satın alarak bir ev yaptırdı ve burada yaşamaya başladı.

Burada geçirdiği beş yıl boyunca bir yandan en iyi öykülerini yazarken bir yandan da açtığı ufak klinikte, doktorluk mesleğini sürdürdü.


EVLENDİ...

Martı, 1896’da ilk defa sahnelendiğinde olumsuz tepkilerle karşılaştı. Ertesi yıl tüberküloz teşhisi konan Çehov, Avrupa’da istirahat etti. Bir sonraki yıl Yalta’ya döndü ve buradan bir arsa aldı.

Vanya Dayı, Moskova Sanat Tiyatrosu’nda 1899’da sahnelendi, aynı yıl annesi ve kız kardeşiyle Yalta’daki yeni evine taşındı. 1898’de tanıştığı aktris Olga Knipper ile 1901 yılında küçük bir merasimle evlendiler.

Yalta'da devrin büyük edebiyatçıları Tolstoy ve Gorki tarafından ziyaret ediliyordu.


1902 Yılında Çar II. Nikola'nın Gorki'nin Rus Bilimler Akademisine üye olmasına onay vermeyişine tepki olarak 1900 yılında onursal üye seçildiği akademiden ayrıldı.



ÜÇ KIZ KARDEŞ

Bu yıl Üç Kız Kardeş, Moskova Sanat Tiyatrosu’nca sahnelendi. Ertesi yıl sağlığı kötüleşmeye başladı.

Tamamladığı son oyunu Vişne Bahçesi'nin ilk gösteriminin yalnız üçüncü perdesine katılabildi.

15 Temmuz 1904'de doktorların tavsiyesiyle iyileşmek için gittiği Almanya'nın Badenweiler’de hayata gözlerini yumdu.


"BİR BAŞIMA YÜRÜMEK İSTİYORUM"

Eşi Knipper’e söylediği "Şampanya içmeyeli uzun zaman oldu." meşhur son sözleri olmuştur. Naaşı Novodeviçi Mezarlığı’na defnedildi. Hayata ve yazarlığa bakışını kendisi şöyle özetlemiştir:

"Kısa ömrümde insanın erişebildiği her şeyi kucaklamak istiyorum. Konuşmak, okumak; dev bir fabrikada elime çekiç almak; denizi seyretmek, tarla sürmek. Nevski Bulvarı’nda, uçsuz bucaksız tarlalarda, okyanusta –hayal gücümün beni götürdüğü her yerde– bir başıma yürümek istiyorum."


ÇEHOV HAKKINDA

*Kısa öykü alanında tarihteki en büyük yazarları arasında sayılmaktadır.
*Oyun yazarı olarak kariyerinde dört klasik eser üretmiş ve en iyi kısa öyküleri, yazarlar ve eleştirmenler tarafından olumlu eleştiriler almıştır.
*Çehov, Henrik Ibsen ve August Strindberg ile birlikte çoğu zaman tiyatroda erken modernizemin doğuşundaki üç yaratıcı figürden biri olarak anılmaktadır.
*Çehov, edebî kariyerinin çoğunda tıp doktoru olarak çalışmış ve “Tıp benim nikâhlı karım, edebiyat ise metresim.” sözlerini dile getirmiştir.
*Çehov, 1896’daki Martı gösteriminden sonra tiyatroyu bırakmıştır fakat oyun, Konstantin Stanislavski’nin Moskova Sanat Tiyatrosu tarafından 1898’de yeniden canlandırılmıştır. Moskova Sanat Tiyatrosu, daha sonra Çehov’un Vanya Dayı’sını sahnelemiş ve Çehov’un son iki oyunu Üç Kızkardeş ile Vişne Bahçesi’nin galasını yapmıştır.
*Çehov geleneksel eylem yerine bir “ruh hali tiyatrosu” ve “metinde batık bir yaşam” sunduğu için bu dört eser, hem seyirciye hem oyuncu topluluğuna meydan okumayı sunmaktadır.
*Çehov ilk başta sadece maddi kazanç için yazılar yazmış ancak sanatsal hırsları arttıkça modern kısa öykünün evrimini etkileyen biçimsel yenilikler yapmıştır.
*Bir sanatçının rolünün soru sormak olduğunu ve sorulara cevap vermek olmadığını belirtmiştir.


DERLEME: İnternet

Aycan AYTORE



31 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör

Comments