top of page

Ağaçlar ve Onlara Yazılmış Şiirler

Nurten B. AKSOY

*

Uzun ve soğuk süren bir kıştan sonra yavaştan baharın kokusu gelmeye başladı. Çok geçmez ağaçlar yeşermeye, renk renk çiçeklenmeye başlar. Baharlarda hayranlıkla seyrettiğimiz ağaçlar, sıcak yaz günlerinde de gölgesinde nefesleneceğimiz sığınaklarımız oluyor… Peki yaşamın imgesi olan ağaçları günümüzde ne kadar önemsiyor ve koruyabiliyoruz. İşte bu sorunun cevabı çok da iç açıcı değil…Kimi zaman ağaçlar için canlara kıyılırken, pek çok zaman da ağaçlara kıyılıyor hiç acımadan…


Fatih Sultan Mehmet İstanbul’u aldığında şehir mimari yapılarla adeta yeniden inşa edilir. Fakat bir şehre huzuru getiren, göz zevkini okşayan doğadan, yeşilden yani ağaçtan yoksundur İstanbul. Fatih, İstanbul’un tam bir medeniyet şehri olmasını ister. Bu nedenle yeşille, doğayla barışmalıdır şehir. Birçok yere ağaçlar dikilir. Cihan padişahı ağaca o kadar önem verir ki kanunnamesinde “Ormanımdan ağaç kesenin başı kesile!” diye ferman buyurur.


Oysa artık şehirler kurulup yeniden imar edilirken ne yazık ki ilk yok edilenler ağaçlar oluyor. Bazen bir köprü, bazen bir AVM, bazen bir site yapmak için ya da yeni yollar açmak adına binlerce ağaç bir kalemde kesiliveriyor. Çocuklarımıza “yeşil bir dünya” yerine betonlaşan şehirler bırakıyoruz artık. Koruyup kollayamadığımız o yemyeşil ulu ağaçları hiç olmazsa biz de efsanelerle, şiirlerle anlatalım istedik…



Ağaç Olsam


İnsan değil de ağaç olsam

Dallarımın arasından rüzgar esse

Yapraklarım, çiçeklerim meyvelerim olsa!

Mevsimleri yaşasam…

Köklerimle toprağın derinliklerine sarılsam.

Kuşlar konsa dallarıma, yuva bile yapsalar…

Böcekler, karıncalar yollansalar içime…

Çürütseler oralarımı,

Ballarım, sakızlarım olsa

Gövdeme bir insan yaslanıp uyusa…

Ben bunları hiç bilmesem, sadece ağaç olsam…


Erkan Oğur



Efsanelerden modern edebiyat yapıtlarına taşan imgelerden biri olan ağaç, çoğunlukla da hayatla özdeşleştirilir. Ağaç yaşamak demek, ölümsüzlük demek, aile demektir. Faulkner bu yüzden anlattığı ailelerin bahçelerindeki ağaçlardan bahsetmeye zaman ayırır; Giono bu yüzden ağaç eken insanları anlatan kitaplar yazar; eski efsaneler bu yüzden dünyadaki bütün yaşamı dallanıp budaklanmış bir ağaçla sembolize etmişler. Ağacın kökleri derinlere iner, dalları ise göğe uzanır; iyi de hikâyesi nerede başlar?



Ağacım


Mahallemizde

Senden başka ağaç olsaydı

Seni bu kadar sevmezdim.

Fakat eğer sen

Bizimle beraber

Kaydırak oynamasını bilseydin

Seni daha çok severdim.

Güzel ağacım!

Sen kuruduğun zaman

Biz de inşallah

Başka mahalleye taşınmış oluruz.


Orhan Veli


Bilinen ilk yazılı destan olan Gılgamış’ta (MÖ 2700) ağaçların baş tacı edildiğini görürüz. Kahramanın yolculuğu ağaçlar altında başlar ve ender bulunur meyveler veren ağaçların altında sona erer. Böylece dünyanın sınırları tanımlanmış olur ağaçlarla. Yani her şey ağaçla başlayıp, ağaçla biter.



Zerdali Ağacı


Havalar güzel gidiyor

Sen de çiçek açtın erkenden

Küçük zerdali ağacım

Aklın ermeden

Bak kurt gibi kalın yapılı

Görmüş geçirmiş ağaçlara

Küçük zerdali ağacım

Pişman olursun sonra

Şimdi okşar gibi hafif hafif

Bir gün yerden yere çalar rüzgar

Küçük zerdali ağacım

Bakma güzel gitsin havalar

Sallansın dalların çocuklar gibi

Bakma güneş ısıtsın varsın

Küçük zerdali ağacım

Sonra donarsın

Zemheride bahar mı olur

Akşamları seyret anlarsın

Sakın erkenden çiçek açma

Küçük zerdali ağacım…


Cahit Külebi


Mısır mitolojisinde, hayat ve ölümün, İsis ve Osiris’in hikâyesinde de önemli rol oynar ağaçlar. Osiris öldüğünde, cesedi bir akasya ağacının dibine sürüklenir, aşkını hayata döndürmeye çalışacak olan İsis onu orada bulur.



Kavaklar


Bedenim üşür, yüreğim sızlar.

Ah kavaklar, kavaklar…

Beni hoyrat bir makasla

Eski bir fotoğraftan oydular.

Orda kaldı yanağımın yarısı,

Kendini boşlukla tamamlar.

Omuzumda bir kesik el,

Ki durmadan kanar.

Ah kavaklar, kavaklar…

Acı düştü peşime ardımdan ıslık çalar.


Metin Altıok


Uzakdoğu da atlamaz hayat ağacını. Taoizm’de üç bin yılda bir, yiyeni ölümsüz kılan bir meyve veren ağaçtan bahsedilir. Çinliler bronz ağaçlar yaparlar, insanoğluna ölümsüzlüğü sunan hayat ağacını onurlandırmak için.

Kuzey Amerika Kızılderili mitolojisindeki ağaç ise şöyle; Efsaneye göre hamile bir kadın cennetteki hayat ağacının dalına çıkıyor ama dengesini kaybedip düşüyor, kendini sonsuz denizde buluyor. Bir kaplumbağa kurtarıyor onu. Kadın da düşerken elinde kalan dal parçasını ekiyor kaplumbağanın sırtına. Böylece dünya doğuyor (İşte size kaplumbağanın sırtındaki dünya efsanesi).



Sitem


Önde zeytin ağaçları arkasında yar

Sene 1946

Mevsim

Sonbahar

Önde zeytin ağaçları neyleyim neyleyim

Dalları neyleyim

Yar yoluna dökülmedik dilleri neyleyim

Yar yar… Seni kara saplı bıçak gibi sineme sapladılar

Değirmen misali döner başım

Sevda değil bu bir hışım

Gel gör beni darmadağın

Tel tel çözülüp kalmışım

Yar yar… Canımın çekirdeğinde diken

Gözümün bebeğinde sitem var


Bedri Rahmi Eyüboğlu


Bir de meşhur bilgi ağacı var haliyle, Havva’nın dalındaki elmayı koparıp Adem’e verdiği, Adem’in de elmasını yiyerek hepimizi cennetten sürdürdüğü. Tekvin’e göre “günah” bile o elmadan doğmuştur



Arkadaşım Badem Ağacı


Sen ağaçların aptalı

Ben insanların

Seni kandırır havalar

Beni sevdalar

Bir ılıman hava esmeye görsün

Düşünmeden gelecek karakış…

Açarsın çiçeklerini

Bense hayra yorarım gördüğüm düşü…

Bir güler yüz bir tatlı söz

Açarım yüreğimi hemen

Yemişe durmadan çarpar seni karayel

Beni karasevda

Hem de bilerek kandırıldığımızı

Kaçıncı kez bağlanmışız bir olmaza

Koo desinler bize şaşkın

Sonu gelmese de hiçbir aşkın

Açalım yine de çiçeklerimizi

Senden yanayım arkadaşım

Havanı bulunca aç çiçeklerini

Nasıl açıyorsam yüreğimi…

Belki bu kez kış olmaz

Bakarsın sevdan düş olmaz

Nasıl vermişsem kendimi son sevdama

Vur kendini sen de bu güzel havaya…


Aziz Nesin


Hayat ağacı, insanın cennetten atılışına vesile olur olmasına, ama böylece dünyada yeni bir hayat başlar. Sadece bu efsanenin ve hayat ağacından/bilgi ağacından gelen o elmanın edebiyattaki yansımalarını yazmaya kalksak, sayfalar yetmez konuyu tamamlamaya. Mark Twain’in alaycı Adem’in Günlüğünden Notlar’ı mı dersiniz, Milton’ın Kayıp Cennet’i mi?



Ceviz Ağacı


Başım köpük köpük bulut, içim dışım deniz,

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda,

Budak budak, şerham şerham ihtiyar bir ceviz.

Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.

Yapraklarım suda balık gibi kıvıl kıvıl.

Yapraklarım ipek mendil gibi tiril tiril,

Koparıver, gözlerinin gülüm, yaşını sil.

Yapraklarım ellerimdir, tam yüz bin elim var.

Yüz bin elle dokunurum sana, İstanbul’a.

Yapraklarım gözlerimdir, şaşarak bakarım.

Yüz bin gözle seyrederim seni, İstanbul’u.

Yüz bin yürek gibi çarpar, çarpar yapraklarım.

Ben bir ceviz ağacıyım Gülhane Parkı’nda.

Ne sen bunun farkındasın ne polis farkında.


Nâzım Hikmet


Antik Yunan ve Roma da geri kalmaz ağaçları taçlandırmakta elbette. Peki, Ovidius’un Dönüşümler’ine ne demeli? Kurtuluşu ağaca dönüşmekte bulan kızın hikâyesini hatırlatalım, unutmuş olanlara: Güneş Tanrısı Apollon bir peri kızına âşık olur ama kız istemez onu… Tanrı bu, bırakır mı peşini, kovalar kızı nereye giderse. Sonunda kız yalvarır tanrılara kendisini kurtarmaları için ve kıza acıyan tanrılar da defne ağacına dönüştürürler onu. Apollon’un da başına defne dallarından bir taç takmakla yetinmesi gerekir kızı elde edemediği için.



Rüzgarlı Meşe


Güneşe benzediğin, ısıttığın, güzel

Günlerdi onlar, getirdiğin mutlulukla

Ağarır vaktimiz, kızarır gelincikle,

Yol boyunda ballanırdı ekşi böğürtlen.

Kadın, kanatlarını çırparak çığrışan

Kazlarını güder, bir rüzgâr inim inim,

Dumanlı bulutlarını sürerdi gökte.

Kızsa parmak kadar, otların arasında

Yarı beline dek gömük, çiçek toplardı.

Döne döne çıkardık dağa patikadan,

Omuz omza inerdik dağdan meşelerle,

Ormanla sarmaş dolaş geçerdik kapıdan.

Gün kavuşur, testi pencerede soğurdu.

Ak bir örtü masada, bakraç, sonra yüzün

Lambanın ışığında, sarı, ince uzun.

Duvarda aşılmaz çitleri gölgelerin,

Sarmaşığı ellerinin, kirpiklerinin,

Saçlarının geceye çıkan uğultusu.


Oktay Rifat


Ortaçağ’la birlikte, özellikle Avrupa edebiyatında çeşitlenir ağaçlar. Salkımsöğütler ve meşeler karışır Walter Scott’ın yazdığı şövalye maceralarının arasına, “darağacı” çıkar ortaya, suçluların dallarda sallandırıldığı bu romanlardan. Hüzünlü bir hava çöker önceden hayatla özdeşleşen ağaç imgesine, ama çağ da hüzünlü bir çağdır zaten.



Karlı Kayın Ormanında


Karlı kayın ormanında

Yürüyorum geceleyin.

Efkârlıyım, efkârlıyım,

Elini ver, nerde elin?

Ayışığı renginde kar,

Keçe çizmelerim ağır.

İçimde çalınan ıslık

Beni nereye çağırır?

Memleket mi, yıldızlar mı,

Gençliğim mi daha uzak?

Kayınların arasında

Bir pencere, sarı, sıcak.


Nazım Hikmet


19. yüzyıldan sonra bi­raz daha çeşitlenir ağaçların rolleri. Herman