Beyaz Rusların 100 Yıllık Türkiye Macerası
top of page

Beyaz Rusların 100 Yıllık Türkiye Macerası

Güncelleme tarihi: 25 Mar 2022


Kuzeydoğu komşumuz olan bir zamanların SSCB'siyle ya da bugünün Rusya'sıyla kimi zaman dostane, kimi zaman düşmanca ilişkilerimiz tarih boyunca sürmüş; savaşlar, devrimler ve göçlerle bu iki milletin bireyleri pek çok zaman yüz yüze gelerek bir arada yaşamak zorunda kalmışlardır. Rus halkı, özellikle kadınları çeşitli dönemlerde düştükleri zor koşullarda Türkiye’yi bir çıkış kapısı olarak görmüş, en yakın gördükleri komşularına sığınarak yaşam savaşına bizim topraklarımızda çalışarak devam etmişlerdir ve halen de etmektedirler. Son yıllarda Rusya ile yaşanan siyasi ilişkileri bir yana bırakarak 20. Yüzyılın başlarına gidelim önce...


1917 yılı dünyada siyasi dengelerin değiştiği en önemli yıllardan biri olarak tarihe geçer. Bir yandan I. Dünya Savaşı devam ederken, bir yandan da Rusya'da art arda iki devrim yaşanır. Bu devrimler sonunda Çarlık rejimine son verilerek dünyanın ilk sosyalist yönetimi kurulur. 1917 Ekim devriminin büyük sarsıntılarından kaçan yüz binlerce Beyaz Rus, İstanbul’u en önemli çıkış kapısı olarak görürler.


Devrimin ardından Rusya’dan kaçanların sayısı iki milyon kişiyi bulurken, bunların yaklaşık iki yüz bini de İstanbul’a gelir. Bu mültecilerin gelmesiyle bir anda İstanbul nüfusunun yüzde yirmisi mültecilerden oluşur. Aynı gemide yan yana yeni bir yaşama yelken açan soylular, burjuvalar, sirk cambazları ve uşaklar İstanbul’da da aynı kaderi paylaşırlar. İşgal altındaki İstanbul’da yaşam koşullarının çok zor olmasına karşın bu insanlar olağanüstü bir dayanışma sergilerler. Bir yandan zorlu bir yaşam mücadelesi verirken bir yandan da İstanbul’un sosyal hayatında derin izler bırakırlar. Bu yaşam mücadelesinde onları ayakta tutan en önemli unsur, bu zor günlerin geçeceği ve bir gün vatanlarına dönecekleri umududur.


Bir Rus göçmen bu konuda şunları söyler: "Rusya’dan kaçarken hep şunları düşündük: 1492’de İspanyol Engizisyonundan kaçan Yahudilere kapılarını açan tek ülke Osmanlıydı. 1920’lerde de bizi geri çevirmeyeceklerdi." 1917 Devriminden sonra dünyanın yedi bucağına dağılan Beyaz Ruslar, önce en yakın durak olduğundan, ardından da özgürlüğe uzanan köprü olarak Türkiye’yi görürler. Bu seçimlerinin iki nedeni vardır. Birincisi; çoğunluk için en yakın ve en güvenli ülke Türkiye'dir. İkincisi; Osmanlının engin hoşgörüsü ve konukseverliği dünyaca meşhurdur.

1919 yılı Aralık ayından itibaren İstanbul’a gelmeye başlayan Ruslar, Çarlık yanlısı, orta halli ve fakir sivillerden oluşuyordu. Birçoğunun üstü başı perişandı. Çok sayıda hasta ve çocuk olması, durumu daha da zorlaştırıyordu. Bu orta halli insanların dışında İtalyan vapuru Biron’la İstanbul’a çok sayıda prens, kont ve kontes de gelir.


1917 Devriminden önce “Beyaz Ordu” denilen Rus Ordusu devrimden sonra “Kızıl Ordu” adını alır. Devrimden sonra Türkiye’ye iltica eden Rusların neredeyse tümü, işte bu “Beyaz Ordu” subaylarıydı Çarlık ordusunda subay olmak için mutlaka bir asalet unvanına sahip olmak gerektiğinden 100 yıl öncesinin İstanbul’u; “Baron-Albay, Kont- General ve Grand Düklerle” dolar.


İşte o günlerde on binleri bulan bu göçlerle İstanbul’da gıda ve barınma sorunu ortaya çıkar. Fiyatlar artar, salgın hastalık tehlikesi belirir. Rus konsolosluğunun bahçesi, yardım örgütlerinin ve kiliselerin önleri barınak bulamayan Beyaz Ruslarla dolar. Yetersiz kalan yardımlar ve olumsuz koşullar Beyaz Rusları dayanışmaya ve örgütlenmeye zorlar. Kısa zamanda yemekhaneler, barınma yerleri, hastane ve okullar kurulur. Sergiler açılır, kermesler, balolar düzenlenir. Rus kadınlarının ürettiği elişleri sokaklarda satılır. Çalışabilecek herkese iş bulunur. Dünyanın tüm ülkelerine mülteci ve öğrenci almaları için talep gönderilir.

Ruslar İstanbul’da aç kalmamak için her işte çalışırlar. Seyyar satıcılık, tamircilik, şoförlük, fotoğrafçılık, seyislik, hamallık, garsonluk, hizmetçilik yapan subaylar, generaller, prensesler doldurur Galata’nın ve Pera’nın sokaklarını. “Spassibo İstanbul! Şükran İstanbul! Bize kollarını açtın, barındırdın, iş buldun, hayatımızı kurtardın! Seni hiç unutmayacağız, dünya güzeli şehir!” sözleri, 1924 yılında Babok ve Oğlu Matbaası tarafından basılan ‘Spassibo’ isimli kitabın önsözünde yer alır.

Rusların gelişiyle pek çok şeyin değişmesi gibi şehrin sanat hayatı da değişir. Gelenler arasında pek çok balerin, ressam, opera sanatçısı olduğundan, İstanbul’un sanat hayatı birdenbire renklenir. Şehir halkı ‘Sevil Berberi’ gibi operalar ve ‘Rasputin’ gibi bale gösterileriyle tanışır. Rus ressamlar sergiler açar, fotoğraf salonları açılır. Sinema sanatçısı İvan Mozhukhin’in başrolde oynadığı ‘Acılar Yolculuğu’ adlı filmde sanatçı kendi hikayelerini anlatır.

İstanbul’da Beyaz Rus olgusu devrimin ardından başlayıp 1940’lara kadar sürer. Beyaz Rusların varlıklarının en çok hissedildiği yıllarsa 1920-1924 arasıdır. Bu yıllarda Beyoğlu, Beyaz Rus istilasına uğramış gibidir. Ana caddeler üzerinde kabareler, arka sokaklarda pavyonlar açılır, Rus lokantalarının masaları kaldırımlara taşar, şarkılı ve danslı şovlar İstanbul gecelerine renk katar. Beyoğlu’nun ön yakasında eski düşesler votka sunarken, arka yakasında Odessa ve Kiev genelevlerinden kaçan kadınlar kokain pazarlar.


Beyaz Rus kadınları İstanbul’a geldiklerinde güzellik ve görünüşleriyle olay yaratırlar. Genelde duru beyaz tenli, sarı saçlı, mavi gözlü olan bu kadınlar, başı açık gezip, kısa ya da ‘kloş’ tabir edilen etekler giyerler. Saçlar “çan kesimi” denilen şekilde kısacık kesilir. Kimileri saçlarına tülbent sararak ‘Rus başı’ modasını başlatır. İstanbul’a gelen Avrupa görmüş, Beyaz Rus aristokratlar, son modayı da beraberlerinde getirdikleri için, terzilik yapan İstanbullu şık hanımefendiler arasında büyük ilgi görürler.


Beyaz Ruslar en çok, en iyi bildikleri işte, eğlence sektöründe tanınırlar. Rus şarkılarına, Türkçe aranjmanlar yapılır. “Rus geldi aşka, Rus’un aşkı başka” sözleriyle oynanan Kazaska oyunu o günlerde meşhur olur. “Hatırla Sevgili’ diye tanınıp sevilen şarkı da aslında “Hatırla Margarit” diye başlayan bir Beyaz Rus şarkısıdır. Bugünkü Çiçek Pasajı, adını o dönemde kapısında çiçek satan Rus kadınlardan alır. Sesinin güzelliğiyle ünlü fülürye kuşunun sesini dinlemeye gidilen mesire yerine Rus kadınlar telaffuz zorluğu nedeniyle “Florya” deyip mayolarıyla denize girmeye başlayınca İstanbul’da adeta deprem yaşanır. Bir süre sonra ortaya çıkan plaj kültürü, Müslüman Türkler tarafından da benimsenir.

Göç dalgasıyla gelen Rus kadınların bazılarının bar ve restoranlarda çalışması ve Türk erkeklerinin buralara ilgi göstermesi önemli bir sosyal olay haline gelir. Bugün bütün Rus kadınlarına yapıştırılan “Nataşa” yaftası, o günlerde “Haraşo” şeklinde ortaya çıkar. “İyi, hoş, güzel” anlamına gelen Rusça sözcük ‘Haraşo’, Rus lokantalarında, barlarında, pavyonlarında, kabarelerinde, pastanelerinde sıkça duyulur. İstanbullular özellikle sarışın ve beyaz tenli Rus kadınlarına ‘haraşolar’ adını takar. Haraşo kelimesi, gazete köşelerine, fıkralara ve karikatürlere konu olur. Dönemin mizah dergilerinde, özellikle Akbaba Dergisinde haraşoların hicvedildiği onlarca karikatür yayınlanır.


Reşat Ekrem Koçu İstanbul Ansiklopedisi’nde şöyle yazar: “Beyaz Ruslar İstanbul tarihçesinde önemli bir hatıraya sahiptir... Bu muhacir Beyaz Rusların büyük ekseriyeti Çarlık Rusya’sının en yüksek, görgülü, bilgili tabakasına mensuptu. İstanbul’da iş konusu olarak ilk düşündükleri şey, büyük şehrin mahrum olduğu eğlence yerleri açmak oldu. Bu arada İstanbul’un ilk barlarını açtılar. Açtıkları eğlence yerleri hakikaten kibar sanat mahfilleri oldu... Ak sakallı yarbaylar, albaylar, generaller, memleketinde malikaneler bırakmış zenginler, Beyoğlu Cadde-i Kebir’inde, boyunlarında basit tahta işportalar, kibrit, sigara, çikolata ve karamela sattılar.”


Beyaz Rus kadınlarının İstanbul’a gelişiyle birçok ailede huzursuzlukların başladığı rivayet edilir. Gerçekten de Beyaz Rus kadınlar bu nedenle son derece zor anlar yaşar. Çarın sarayında her türlü lüks ve konfora alışık kadınlar, Beyoğlu’nda garsonluk yapar, daha az şanslıları Galata pavyonlarında kokain satıp kendini pazarlar. Aralarında bulaşıkçı düşesler, tuvalet temizleyici kontesler, hastabakıcı baronesler, dadılık yapan nedimeler vardır. Bir bölümü boynunda sigara tablası, Pera’da bir aşağı bir yukarı dolaşır, kimi de gazete satar. Beyaz Rus kadınlarının övgüye değer yanı, iş ne olursa olsun çalışmaktan çekinmemeleridir.


Rus kadınlarının önemli bir faaliyeti de tombala oynatmalarıdır. İstanbul kahvehanelerindeki erkekler kolları, göğüsleri açık, güler yüzlü, sarı saçlı, mavi gözlü Rus dilberlerini karşılarında gördüklerinde cüzdanlarını sonuna kadar açmakta tereddüt etmezler. Olay öyle büyük boyutlara ulaşır ki Türk kadınlarının şikayetleri üzerine "Tombalacılarla Mücadele Derneği" dahi kurulur. Sonunda tombala oyunu yasaklanır.


Her şeye rağmen bir gün ana vatanlarına dönebilme umuduyla yaşayan Beyaz Rusların evlerinde çarlık döneminden kalma kağıt paraları, madalyaları ve umutlarını sakladıkları “Haraşo bohçaları” bulunduğu anlatılır. Görkemle rezaletin harmanlandığı ‘haraşo fırtınası’ Beyaz Rusların çoğunun Fransa, Amerika ve Arjantin’e vize almasıyla durulur. Vize alanların arasında Gürcü Prensi Medivani de vardır. Bu arada yatırım yapmayı başaranlar veya bir Türk’le evlene Ruslar İstanbul’da sürekli kalmayı başarırlar.

20. Yüzyılın başlarında esip geçen Haraşo fırtınası 1990’lı yıllarda SSCB’nin yıkılmasından sonra Sarp sınır kapısının açılmasıyla, özellikle önceleri Karadeniz sahillerinden başlayıp zamanla ülkemizin tümüne yayılan Nataşa fırtınasına bırakır yerini. Siyasi ve sosyal çalkantılar sonunda 1991 yılında dağılan SSCB’nin yoksul vatandaşları bu sefer de ellerinde bavulları ve satmak istedikleri eşyalarıyla Hopa’dan Samsun’a kadar uzanan sahillerde boy göstermeye başlarlar. Hatta zamanla Akdeniz’in sıcak sularına kadar inerler… Artık onları bazen bir sanatçı, bazen bir hastabakıcı, bazen bir anne olarak hemen her yerde, içimizden birileri olarak görmek mümkün.


Kaynak 1: http://www.milliyet.com.tr/-tesekkurler-istanbul-seni-magazin-1743784/

Kaynak 2: http://www.ekrembugraekinci.com/makale.asp?id=856

62 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page