İnsanlığın "ütopyasızlık çağı"na girdiği yanılsamasına karşı "onurlu sözcük insan"ın yüzyıllardır sürdürdüğü eşitlik, özgürlük, adalet, kardeşlik arayışının bugününde "ütopya"sı nerede?
"Ütopya her ilerlemenin ilkesidir. Eskinin ütopyacıları olmasaydı insanlar bugün de mağaralarda sefil ve çıplak yaşıyor olacaklardı." AnatoleFrance
Küreselleşme denilen belanın getirdiği yaşama biçiminin dayatması var insanlığa.
Dayatılan yaşam biçiminde insanlığın bunca yüzyıldır süren özgürlük, eşitlik, adalet, kardeşlik arayışlarının birikimi, deneyimi,kazanımı çağdaş emperyalizmin eliyle azgınca yok ediliyor. Maksim Gorki'nin deyişiyle "onurlu sözcük: İnsan" kendisinden utanır hale getiriliyor. İnsanlığın yine onurlu bir sözcük olan "dayanışma"yı hayata geçirerek kazanacağı erdemler tarihin unutulan sayfalarına gönderiliyor."Kanun kanun diye kanun tepelendi" örneği, "birey, birey!" diye diye insanın tepelendiği bir gerçeklik dünyaya egemen oluyor.
İnsan, yaşadığı her döneminin her anında, içinde barındığı coğrafyaların her kilometrekaresinin her mil karesinde böyle bir gidişi engellemek için yaptığı mücadelelerle yazdı tarihini. Bu tarihte çeşit çeşit direniş örneklerini, örgütlenme yöntemlerini, ideolojik önermeleri, önderleri, kahramanları görüyoruz. ,Adına "imparatorluk"denilen oluşumların dünyanın tamamına egemen olma tutkusuyla bu mücadele tarihboyunca sürmüş, sürüyor.
Mitolojik çağlardaki Prometheus'un insanlığa öğrettiği ateşi çalmak ütopyasıyla başlayan bir mücadele süreciyle destanlaşan bir insanlık sevdasıydı özgürlük. Ölümsüzlük arayışının temeli olan bu sevda, her dönemde yarattığı ütopyalarla güç gösterdi, yollar önerdi insana.
Tıp biliminin insanın (ya da diğer canlıların) ömrünü uzatmayı başarması, ölümsüzlük arayışının yalnızca somut yanıdır. Asıl olarak sanatla ölümsüzlüğe ulaşmayı denedi insanlık. Yüzyılları aşıp dünden bugüne ulaşmayı başaran sanat yapıtları ve yaratıcılarını insanın büyük ütopyası açısından değerlendirmek gerekiyor.
Ölümsüzlük peşindeki Gilgameş'i, Lokman Hekim'i düşünelim. İnsanlığın gökleri fethetme ütopyası, ilkçağlardan,İkarus'tan beri gelir.
Geçmiş yüzyıllarda insanın insana köle olmasına karşı,yüzyıllar sonra büyük şairimizin "yok edin insanın insana kulluğunu" çığlığıyla klasik ve şık bir söyleme ulaşan çağrı, büyük bir ütopyaydı.
Spartaküs adlı kahramanda simgeleşen köleliğe karşı savaşın ulaştığı boyut çok yakın yüzyıllardaki Amerika'ya gemilerle götürülen milyonlarca köleleştirilmiş zenciye karşın ve onların da mücadelelerinin eklenmesiyle insanlığa kölelikten kurtuluşu getirmişti. Montaigne'in ütopyasıdır denemeyle aydınlanan insan. Günümüz edebiyatında denemenin geldiği yere baktığımızda bu ütopyanın nasıl gerçekleşmiş olduğunu görmemek olanaksızdır. Jules Verne'in ütopyaları adım adım gerçekleşti.
Bilimkurgu denilen arayışların ve sorgulamanınütopyalarla iç içe olduğunu, ütopyaları beslediğini düşünmeliyiz.
Sözün kısası insanı insan yapan arayışlarınütopyalarla zenginleştiğini, anlam kazandığını söyleyebiliriz.
İnsanlık, toplumsal ütopyalarla sömürüden, ezilmekten,mutsuzluktan kurtulmanın yollarını aradı. İnsanlar arasında eşitlik aradı.İnsanların başka insanlar tarafından köleleştirilmesini engellemek istedi.
Paris Komünü de Sovyet devrimi de ütopyaların gerçekleştirilmeadımlarıydı ve ne yazık ki yenildi. Mustafa Kemal'in Doğu'daki güneşte doğununmazlum uluslarını görüyorum diyen ütopyasının Afrika'nın, Asya'nın birçoktoplumunda yankısını bulması da bir başka ütopyadır.
"Barış Avrupa krallarının umurunda değildir. Onlar kan dökerek ülkeleri ele geçirirler sadece. Kralların danışmanları ise daha yüksek mevki kapmaktan keselerini altınla doldurmaktan başka bir şey düşünmeyen beş para etmeyen dalkavuklardır." diyen Thomas More'un ütopyası bir arayıştır. Platon'un Devlet'i,Campanella'nın Güneş Ülkesi, Bacon'unYeni Atlantis'i, Jean Baby'nin En Güzel Dünya'sı gibi. Ütopia, eski, köhnemiş yaşam yerine yeni bir yaşam, yeni bir dünya yaratma isteğidir. Eşitsizliği, köleliği sürdüren toplumsal kurumların değiştirilmesi isteğidir.
Tüm insanların eşit olduğu bir yaşam düşleyen ve düşüncelerinden ölümü pahasına dönmemiş bir yazardır Thomas More. Kral VIII. Henry'nin 6 Temmuz 1535 sabahı idam ettirdiği büyük ütopist Thomas More, "Her dürüst yurttaş her şeyden önce kendi ruhuna kendi vicdanına saygı göstermelidir." diyerek bağışlanma isteğinde bulunmamıştı. Ülkedeki yoksulluğun nedeninin bal vermez arılara benzeyen soylular olduğunu söyleyen, zenginlerin bencilliğinin yasalarla önlenmesi, memleketin zenginliğinin eşit dağıtılması gerektiğini belirten More, "Toplum her insana eşit bir güvenlik sağlamalıdır...Kralın en kutsal görevi kendinden önce halkın mutluluğunu düşünmektir. Zorba kralın tahtta oturmaya hakkı yoktur. Halkın acıları iniltileri ortasında keyif sürmek krallık değil zindan bekçiliği demektir." düşüncesindedir.
Ütopia, nerede olduğu bilinmeyen bir adadır. Adadaki adaletli, eşitlikçi bir düzen tasarımıdır anlatılan. Ütopia'da öğretmenler çocuklara sadece bilgi vermezler. Onlara önce doğru dürüst düşünmesini öğretirler. Hem toplumsal hem kişisel mutluluğa varmak isteyen Ütopyalılar için hoş yaşamak dünyanın tadını çıkarmak iyi bir şeydir.Hem kendileri hem de başkaları için diye düşünürler. Bütün insanlar yaşamın sevinçli sofrasına ortakça oturmalı ve dünyanın tadına varmalıdır. Ütopya'da hiç kimsenin malı mülkü, parası yoktur ama geçim derdi de yoktur. Kendisinin ve gelecek kuşaklarının kaygısını duymadan mutludur insanlar. Ütopia'da acılar ve haksızlıklar ortadan kaldırılmıştır. İnsanlar eşit ve özgür yaşarlar. Ütopia'da kralın baskıları, soyluların lüks tutkusu, savaş naraları atan dinsel baskılar yapan yöneticiler yoktur. More'un Ütopya'sı bir özlemiyle biter: "Ütopia devletinin birçok özelliklerini bizim kentlerimizde görmeyi isterdim. Bir umuttan çok bir dilektir bu."
Bugün egemenmiş gibi görünen ütopyasızlık bireyden bireye, toplumdan topluma değişir. Kimi insan vardır, düş kurmaktan bile uzaktır yaşamı. Kimi insansa dünyaları fethetmeye, evrenin gizlerine ulaşmayı hedefler. Bugünün küreselleşti denilen dünyasında insanlık sanal bir dünyaya hapsedildi. Bu sanallık aynı zamanda mistisizmi, magazini, şiddeti, uyuşturucuları, fantastikliği içererek insanların gününün 24 saatini tutsak aldı.İnsani bir edim olan imgelem dünyasının yerini eski çağlarda kalmış olması gereken cinler, periler, düşsel yaratıklar ya da teknolojik olanaklarla üretilen yapay kahramanlar aldı.
Köroğlu'nun "Tüfek icat oldu mertlik bozuldu" sözü, kapitalizmin dünyayı lağıma çeviren kirletmesine karşı bir uyarıdır da. Teknolojinin getirdiği yeniliklerin kullanılma biçiminin güzellik ya da çirkinlik getirebileceğinin öngörülmesidir. İnternetle gelen sanal dünyayı da böyle yorumlayabiliriz.
Bu gerçekliğin yaşamı tutsak alması, insanın kendi icat ettiği nesnelerin elinde oyuncaklaşması ve geleceğinin çalınmasına boyun eğer duruma getirilmesi, yani ütopyasız bırakılması da bugünkü "ideolojiler bitti" yanılsamasının bir sonucudur. Ki bu yanılsama net bir biçimde"ulusların, ulus devletlerin sonu geldi" önermesini de içeren küresel emperyalizmin ideolojisidir.
İnsanın ütopyasının yok edilmeye çalışıldığı bugünün dünyasıher bakımdan kirletildi. Dünya coğrafyası deniziyle, ırmağıyla, gölüyle,dağıyla, ormanıyla, toprağıyla, havasıyla, suyuyla, her şeyiyle kirletildi. Bu kirletilmeden dünyadaki kültürün, uygarlığın en büyük taşıyıcısı olan insanında payını almaması beklenemez elbette. İnsan kirlendi elbette. Değerleri kirlendi. Sanatın her dalı başta olmak üzere yaşamın her anı ve insanı insan yapan erdem,vicdan, dayanışma gibi değerlerin üzeri küllendi. Alfred Nobel'in dinamitle getirdiklerinin bedeli olarak önerdiği Nobel'le gerçekleştirilmeye çalışılanbir güzelliğin siyasal kaygılarla kimi emperyalist politikaların hizmetine sokulması yeni bir kirletilmedir.
Bertolt Brecht'in "Ne yazık o ülkeye ki hâlâ kahramanlara gereksinmesi var." demesi, insanlığın ütopya arayışındaki yenilgisinin de anlatımıdır aynı zamanda.
Ama, Simurg'u, Anka kuşunun küllerden doğduğunu unutmamalıyız.
Ütopyan nerede insan sorusu geliyor akla. Ütopyası olmayanlar düşünsün ve utansın. Ben bir yazar olarak, insanların eşit ve özgür olamadığı yaşam biçimini eleştirmek ve bunun yerine özgür bir toplum arayışının parçaları olarak Kardelen, Gökyüzüne Akan Irmak, Umut İnsanda, Aydınlık Aşkıyla, Kir gibi yapıtlarımın adlarında da görülen bir insanlık sevdasının sürdürücülerinden biri olmakla, insan olmakla kıvanç duyuyorum.
20. yüzyılın büyük ütopisti Che'nin 68 kuşağının simge sloganı haline gelen sözüyle bitirelim: "Gerçekçi ol, olanaksızı iste!"