Kimseye Etmem Şikayet
top of page

Kimseye Etmem Şikayet

Güncelleme tarihi: 5 Ara 2020


Kimseye etmem şikayet ağlarım ben hâlime

Titrerim mücrim gibi baktıkça istikablime

Perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime

Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime


Bazen bir şarkı çalınır kulağınıza bir yerlerden, belki bir taş plaktan, belki bir gramofondan, belki cızırtılı bir radyodan… Farkında olmadan eşlik edersiniz o şarkıya içinizi yakan anılarla. O şarkının öyküsünü bilmeseniz de sözleri, ezgisi alır götürür sizi… İşte böyle bir şarkının ve yazarı İhsan Raif Hanımın öyküsü…


Çerkes kökenli Servet Hanım ile 2. Abdülhamit dönemimin Nafıa ve Ziraat Nazırı Köse Mehmed Raif Paşa'nın kızı olan İhsan Raif Hanım 1877'de Beyrut'ta dünyaya gelir. Mithat Paşa’nın yetiştirdiği, Sultan II. Abdülhamit’in kendisinden pek hoşlanmadığı ve çekindiği için sık sık taşrada görevlendirdiği baba Raif Paşa çocuklarının eğitimine çok önem verir, onlara özel hocalardan müzik, edebiyat ve Fransızca dersleri aldırır. Küçük yaştan itibaren edebiyata ilgi duyan İhsan Raif, dönemin şairlerinden Rıza Tevfik'in etkisiyle hece ölçüsüyle halk şiiri tarzında şiirler yazmaya başlar. Şiirde hece ölçüsünü kullanan ilk kadın şairlerimizden olan İhsan Raif Hanımın sade bir dili, yalın bir anlatımı vardır.


İlk çocukluk yıllarını Adana’da geçiren, iyi derecede Fransızca bilen ve Fransız Edebiyatına da ilgi duyan İhsan Raif’in şiirleri kadınsı, aşk dolu ve yoğun duygu içeriklidir. Şiirlerinden bazılarını kendisi, çoğunu da diğer sanatçılar bestelemiştir. İşte bu bestelenen şiirlerinden biri olan ve günümüzde de çok sevilen “Kimseye etmem şikayet ağlarım ben halime” diye başlayan şiiri, aslında İhsan Raif hanımın buruk yaşam öyküsünün bir parçasıdır.


Bugün Şişli Kaymakamlığı olarak kullanılan, o günlerde Taş Konak diye de bilinen konakta Nafia ve Ziraat Nazırı Köse Mehmed Raif Paşa ailesi ve konak çalışanları yaşar. İhsan Raif’in; "O günler başka bir semâ altında, tomurcuk güllerin açtığı, uçarı gönüllerin coştuğu hayal ülkesiydi" diye hüzünle andığı konak, yine onun sözleriyle "şiirin, musikinin, sanatın beslendiği bir edebiyat mekânıdır.” İşte bu taş konakta bir gün henüz 13 yaşında olan İhsan Raif ile ablası Belkıs beşinci kattaki odalarında oynarken, odanın kapısı birdenbire açılır ve kızların o güne kadar hiç görmedikleri ve tanımadıkları bir adam girer içeriye. Belli ki adamın niyeti kötüdür ve İhsan Raif’i kaçırmak için gelmiştir.


Adam İhsan Raif’i kaçırmaya teşebbüs eder, ama çocukların korkulu çığlıklarıyla geldiği gibi koşar adım merdivenlerden kaçarak gözden kaybolur. Adam kaçar ama kafalarda “Bu adam kimdir, nereden çıkmıştır, konağın içine nasıl girebilmiştir ve çocuklardan ne istiyordur?” gibi sorular kalır. Bir zaman sonra bu soruların cevabı bulunur. Eve giren davetsiz misafirin reji memuru Mehmet Ali adında bir adam olduğu ve evdeki hizmetkarların yardımıyla küçük kızı kaçırmaya kalkıştığı öğrenilir. Aslında konu çok da önemli değildir ama baba Raif Paşa hadiseyi kafasında büyütür. Adamı görmek dışında onunla hiçbir yakınlığı olmadığı ve tamamen masum olduğu halde, baba bu kötü olayın faturasını kızı İhsan'a keser.


Mehmet Raif Paşa, kızı İhsan Raif’in ve diğer aile fertlerinin itirazlarına, ağlamalarına, yalvarmalarına aldırmaz. Çünkü bu olay ona göre artık bir namus meselesidir ve temizlenmelidir. Böylece 13 yaşındaki kızını hiç acımadan Mehmet Ali’yle evlendirir ve onları bir sürgün havasında İzmir’e yollar.


İhsan Raif Hanım yaşadıklarını şöyle anlatır: “Babamın terazisinin şaştığını hiç görmedim ben. Onu Hazret-i Ömer adaletinin timsali bilirdim. Benim istikbalimi tartarken adil olmadı o terazi. Mehmet Ali’yle nikahlanmaktan başka çıkar yolum kalmadı. Günlerce gözyaşı döktüm, haftalarca yalvardım. Babacığım, masumum, bana kıyma, derslerimi tamamlayayım, yaşım küçük, beni yakma, diye dizlerine kapandım. Beni sevdiğim biriyle evlendir, telli duvaklı gelin et…”


Kızının bu sözleri Raif Paşa’yı hiç etkilemez. İhsan Raif 13 yaşında gelin, 14 yaşında da anne olur. 1890 senesinde ailesinden, sevdiklerinden, çocukluk masumiyetinden ayrılmanın hüznünü ve hayal kırıklığını yaşarken bir de hiç tanımadığı ve sevmediği kocaman bir adamın karısıdır artık. İşte bu ruh hali içindeyken yazar o şiirini. “Kimseye etmem şikâyet; ağlarım ben halime /Titrerim mücrim (suçlu) gibi baktıkça istikbalime. / Perde-i zulmet (karanlık perdesi) çekilmiş korkarım ikbalime /Titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime...”


Beklenmeyen ve hayal edilmeyen bu evlilik sonrası, gönülsüz geldiği İzmir’den İstanbul’a dönüş yolunun kapalı olduğunu bilen İhsan Hanım, her şeye rağmen, zorla evlendirildiği adamı hiç sevmemesine rağmen bir dişi kuş içgüdüsüyle yuvasını sahiplenir. Ama tüm çabalarına rağmen hiçbir şey umduğu gibi olmaz. Mehmet Ali hayırsız ve sevgisiz bir adamdır. İçkiye ve gece hayatına düşkündü, günlerce eve uğramadığı olur. İhsan Raif Hanım o günleri şöyle anlatır: “İzdivacın asude cennetini harlı cehennem gayyasına çeviriyordu. Genç kalbimin heveslerini her zaman kırar, aşk beklentimi hüsrana boğar, sonra kendini sokağa atar, mutluluğu yuvasında aramaz, işkence ederdi…”


İhsan Raif Hanım ancak on dört yıl sonra çapkınlıklarıyla kendisini hayattan bezdiren hayırsız kocadan boşanmasına izin çıkınca, 27 yaşında ve üç çocuk annesi bir genç kadın olarak döner İzmir’den İstanbul’a. Bir süre sonra sadece bir gün sürecek ikinci evliliğini yapar. Zorla elini öptürmek isteyen ikinci eşini hemen boşar.


İlk ve tek büyük aşkı, entelektüel, yazar-çizer Şahabettin Süleyman ile 1914 yılında üçüncü evliliğini yapar. Artık dönemin tanınmış kadın şairlerinden olan İhsan Raif ile Şahabettin Süleyman çiftinin evi, Yahya Kemal’den Ahmet Haşim’e, Ruşen Eşref’ten Fazıl Ahmet’e devrin edebiyatçılarının toplantı yerlerinden birisi olur. Ne yazık ki Şahabettin Süleyman tatil için gittikleri bir Avrupa seyahatinde İspanyol gribine yakalanarak 1921 yılında hayatını kaybeder.


Eşinin beklenmedik şekilde ölmesi İhsan Raif’in tekrar karanlığa gömülmesine yol açsa da yas döneminde hep yanında olan Strasburglu şair Bell ile dördüncü evliliğini yapar. Bell, İhsan Raif Hanım’a aşkından dinini değiştirerek Hüsrev adını alsa da bu son evliliği pek hoş karşılanmaz. Bu aşk ilişkisi İhsan Raif Hanımın, döneminde oldukça başarılı bulunan ve bestelenen şiirleriyle değil, hakkında çıkan dedikodularla anılmasına neden olur. Son eşiyle İsviçre’de yaşayan şair, Fransa ve Belçika gibi Avrupa ülkelerini de gezer. Son yolculuğu ise tedavi için gittiği Paris olur. Orada geçirdiği bir apandisit ameliyatı sırasında kırk dokuz yaşında hayata veda eder.


Balkan Savaşı sırasında Hilal-i Ahmer (Kızılay) cemiyetinde gönüllü hemşirelik yapan, Milli Mücadele’nin de ateşli destekçilerinden olan İhsan Raif Hanım, yalnızca şiir yazmakla kalmaz, şiirlerini besteler, zaman zaman da piyanosunun başına geçip bestelediği şarkıları seslendirirdi. Güfte ve bestesi kendisine ait on dokuz yapıtı saptanmıştır; ayrıca başkalarının bestelediği şiirleri de vardır. “Kimseye etmem şikayet, ağlarım ben halime” şiirini ise Kemancı Serkisyan nihavent makamında bestelemiştir.

150 görüntüleme0 yorum

Son Yazılar

Hepsini Gör
1/3
bottom of page