GÖĞÜMÜ ÇALDIN
/
Niyazi UYAR
Bu anamalcı düzen neden bu kadar insafsızdır, sebebini bilen var mı, diye sorsam, hemen herkes yaklaşık bir şeyler diyecektir.
Sabah yataktan kalkar kalkmaz “havada yağmur var mı,” diye gökyüzüne bakarım: Günler, haftalar, aylar oldu tek damla yağış toprakla buluşmadı. Yağmur sevdam çocukluk aşkımdır benim. Durup altında ıslanmak isterim çocukken yaptığım gibi. Nerede, o zamanlar serde yiğitlik vardı, şimdi güvenemiyorum kendime. Altı ay önce yağan yağmura nazirelereler yazıyordum, “şimdi bu yağmurda ıslanmak ne de güzel olur,” dediğimde Eğitim enstitüsünden ev arkadaşım İbrahim Turan, “elinden alan mı var arkadaşım, ıslan,” demişti. Elimden alan yok sevgili müfettişim, ne yapayım yağmur tutkum, çocukluğumda yaşadığım özgürlüğü tekrar yaşamak isterim; lakin beden o beden değil artık!
Yağmuru şimdi daha çok özledim sevgili müfettişim, gökten tek damla yağış düşmüyor, toprak ona hasret, nebat ona hasret ben ona hasret, bekliyor, bekliyor, bekliyoruz…Vahşi kapitalizmin doymak bilmeyen karnı, daha çok, daha çok kazanma hırsı doğayı katletti, ağaçları kesti, ormanları yaktı kül etti. Çocukluğumda eğilip kana kana suyunu içtiğim dereler yıllardır akmıyor, akarsular kurudu, doğal dengeyi bozdular. Şimdi hiçbir şey olmamış gibi, her şey normalmiş gibi, devam ediyorlar kesip yakmaya, doğayı bir avuç maden uğruna yok etmeye. Böyle giderse, susuzluktan, açlıktan ölüp gideceğiz, insanlık yok olacak. Bu kadar aç gözlülük olur mu, yeryüzünde hayat tükenince bilmezler mi, bu ahmakların çoluk çocuğu tekmil insanlığın yok olduğu gibi yok olacak; toprak doyursun bunların gözlerini!
Tarih kitaplarında okumuş olmalıyız Türklerin Orta Asya’dan göç etmesi bir kuraklık neticesinde olmamış mıydı? Bugün yine göç etmek mecburiyetinde kalırsak nereye gider bu seksen beş milyon nüfus? Ah şu vahşi kapitalizm bir türlü doymak bilmiyor senin göbeğin ne olsa alıyor içine. Sen ve ahvalin yok olup gitse gram üzülmeyeceğim, belki arkanızdan davulcu tutup teneke çaldırırım. Fakat gökyüzünün rüzgârı ne sana ne bana; herkese esiyor. Beddualarımın hakikat olacağını bilsem en ala bedduaları edeceğim sana. Yine de “kör olun, yediverenler olmasın, kapılarınızı açan olmasın, bir damla su su diye...”
Benim gibi dünyaya akılla, bilimle bakan eyyam yapmayı bilmeyenler, hiçbir zaman yönetim erkinin içinde olmamıştır. Bu güzel ülkeyi, maalesef... Al işte ne yaptılar elbirliği ile kör kuyulara atıverdiler hepimizi. Çok dedik, çok söyledik, böyle yapmayın, kıymayın bu güzel ülkeye dedik, ama ne çare; anam derdi ki,” sen söyle, sen dinle,” tribünlere oynaya oynaya geleceği yok ettiler. Akla, bilme inanan, sağ duyu sahibi insanları karaladılar, tekerimize taş koymasınlar diye. “Allah versin zevalinizi,” derdi anam, gerçekten Allah versin zevallerini…
Siz değil misiniz Mansur’u dara çeken, siz değil misiniz Nesimi’nin derisini yüzen, siz değil misiniz Bedrettin’i çarmıha gerip haftalarca ölüsünü şehir şehir dolaştıran, siz değil misiniz Pir Sultan’ı dara çektirip zorla halka taşlatan, siz değil misiniz Nazım’ı memleketine hasret ölümüne sebep olan, siz değil misiniz On İki Eylül’de on binleri yurttaşlıktan çıkaran, siz değil misiniz Mustafa Kemal’e idam fermanı yazdırıp onca hakaretleri eden, siz değil misiniz Denizleri darağacına gönderen, siz değil misiniz Madımak’ ta insanları diri diri yakıp alkış tutan…
Gelişmeye, aydınlığa, insanlığa olan öfkeniz hiç bitmedi. Hayata, insanlığa, doğaya olan nefretinizle ağaçlarımızı kestiniz, ormanlarımızı yaktınız, hak hukuk nedir hiç bilmediniz. Siz “demokrasinin” “d’sine” inanmadınız hiçbir zaman. Eşeğinizin terkine bizim ahmakları alıp elbirliğiyle çocuklarımızın yarınlarını çaldınız.
Bak damla yağmur yağmıyor. Siz diyeceksiniz ki, “vermeyince Rab biz ne yapabiliriz? Yani doğayı katletmenin, ağaçları kesmenin, ormanları yakmanın bir sonucu değil bu durum, "Rab vermiyor biz ne yapalım?" Hiç de öyle değil, ağaçları kesin, ormanları yakın, doğayı katledin, akarsuları kurutun; sonra da ne vermeyince Rab deyip günahlarınızdan arınamazsınız; suçlusunuz, biz sizin suçlu olduğunuzu, adımızı bilir gibi biliyoruz!
Yağmur yağmıyor, her sabah uyanır uyanmaz göğe bakıyorum tek parça yağmur bulutu göremiyorum. Gökyüzü öfkeden kudurmuş kurşunla kapatmış her yanını, gram yağmur damlasının yağmasına izin vermeyecek. Öğleye doğru da sanki bir mayıs güneşi daha da kurutacak tabiatı, daha da kurutacak nebatı!
Göğümü çaldınız, yağmurumu, oksijenimi, yaşamamı çaldınız, geleceğimi çaldınız! Sadece benim mi, benden geçti, ben üç beş ay sonra o meşhur “altmış beş” yaşa gireceğim. Benim kaygım, bu ülkenin istikbaline güzellik katacak, akılcılığı her daim rehber edecek iki torunum var. Ben, hep insanca bir yaşam için çok kavga verdim, çocuklarım için, torunlarım için! Şimdi onlar da bir kavganın içinde bulacak kendilerini, ne acı, otuz yedi bu ülkenin yarınlarına düşünen, soran sorgulayan bireyler yetiştirmek için çalıştım, nasıl oluyor, neden oluyor; yüreğim kan ağlıyor!
Yiye yiye bitiremediler, yiye yiye doymadılar, ellerinden gelse dünyayı karınlarına koyacak bu aç gözlüler! Yemek, ha bire yemek! Yemek çok yiyenlere babam, “fok balığı gibi, doymak bilmiyor," derdi fok balığını hiç görmeden. Aynen yiye yiye doymadılar çöle çevirdiler bu canım coğrafyayı. Sadece bizim mi, kendi geleceklerini de torunlarına kara kapkara bir dünya bırakıyorlar. Hiçbir canlı kendi nesline ihanet etmez. Türk’üz, Müslümanız diye diye bütün değerlerin içini boşalttılar, siz aslında ne Türk ne Müslümansınız. Milliyet unsuru açısından bakınca Türklerin hiç de böyle olmadıklarını, görürsünüz, hakiki Müslüman “bir hırka, bir lokma yeter bana deyip komşusu açken tok yatan bizden değil diyen bir yüce inanışın inananadır; siz bambaşkasınız...
Sabah uyanır uyanmaz göğe bakıyorum, gökte tek parça yağmur bulutu göremeyince huzurum kaçıyor, kaygım artıkça artıyor.
Comments