ÖĞRETMEN(!) ATALAY BOLLUK

“Bir de öğretmen olacaksın, Allah senin belanı versin, ahlaksız adamsın sen, öğretmenlerin yüz karası, sen nasıl bir insansın, sen hangi kasıkta yattın, seni bir ana doğurmamış mı, senin anan kadın değil mi, senin kız kardeşin yok mu? Allah senin gibileri yedi kat yerin altına gark etsin!”
Hayriye Hanım ve iki sırdaşı, can arkadaşı Atalay Bolluk’u taşa tutmuşlardı. Bir yandan taşları atıyor, bir taraftan da ilendikçe ileniyorlardı. Üç kadın, gündüzden yığdıkları taşları yağmur gibi yağdırıyordu Atalay Bolluk’un başına. Onun eve gidiş gelişlerini iyice bellemişler, bu akşam onun taşla kafasını ezip bir kaşık kanını içeceklerdi. “Senin ölümün elimizden olacak diyordu Hayriye Kadın, seni yaşatırsam Dimit Gavır’ın kızı olayım, sen sabaha çıkamayacaksın, inşallah abdestlisindir, cenabet menabet gitmezsin!”
Hayriye Hanım bunları derken yavaş yavaş yağmakta olan yağmur şiddetini artırmış, öfkeli kadınların attığı taşlarla bir olmuş Atalay Bolluk’u kafadan gözden ediyordu. Başını, vücuduna her bir yerine isabet eden taşların açtığı yaralar yağmur sularıyla yıkanıyor, gündüz olsa her yanın kırmızıya boyandığı görülebilirdi…
Yere düşen damlalar, belediyenin seçim asfaltını delik deşik etmekle kalmıyor, ziftini alıp götürüyordu. Yağmurun başlamasıyla evlerine çekilen mahalleli Atalay Bolluk’un yardımına koşamıyordu. Bir taraftan yağmur damlaları kırbaç gibi şaklarken yüzüne, diğer yandan üç kadının attığı taşlar yağmur damları ile yarışırcasına yağıyordu Atalay Bolluk’un üstüne. Atalay Bolluk kan revan içinde kalmıştı, “ben bir şey yapmadım, benim suçum yok,” dese de kimi inandıracaktı ki, günlerdir onu takip etmişler, her şeyi gözleriyle görmüşlerdi. Ne zaman yorulurlarsa o zaman bitecekti taş yağmuru…
Yağmur damları belediyenin seçim yatırımı yoluna şaklarken, arda arda patlayan gök gürültüsüyle her yer maviye kesmişti, Mavili’ye selam edercesine. Yağmurun yağış temposu, Hayriye Hanımla arkadaşlarının taşlama hızını belirlemiş, Öğretmen Atalay Bolluk, başına, yüzüne, gözüne her yanına isabet eden taşların acısıyla hareketsiz yerde yatarken, Hayriye Hanım ve iki arkadaşının öfkesi azalacağına artıyordu. Öfke artıkça taşları daha cini gelesiye fırlatıyor, şiddeti artan taş, isabet ettiği yerde yalım çıkarıyor, Atalay Bolluk’a isabet etmişse delip geçiyordu nerdeyse.
Atalay Bolluk, Denizli’nin mahalli konuşmasından kopamamış, avam bir dil kullanırken öğretmenlerin kültür dili kullanma standardının dışında kalmış, taşralı biri haline gelmiş bu durum tercih midir, ya da ben buyum diyen bir kibir midir, o sorunun yanıtını kimse bilemez. Kalabalık bir ailenin çocuğu olan Atalay Bolluk’un köyünün toprakları tarım yapmaya müsait olmadığından köydeki okullu sayısı ülke ortalamasının çok üstündedir. Milli eğitim ve sağlık sisteminde Atalay Bolluk’un köyünden çok kimse vardır.
Atalay Bolluk, uzun boyludur, spor giyime tutkundur, altı ayda bir Kemeraltı’nda tanıdığı, ona göre kalite elbiseler satan bir öğrenci velisi bulmuş, ondan maliyetine elbiseler alır, hatta kendine acındırıp meccani aldığı da çok olmuştur. O, öğrenci velilerinin ne iş yaptıklarının çetelesini tutar, bir gün ihtiyaç olacakları belirler, tez zamanda iletişime geçip işine yarayacakları alır bir kenara koyardı. Öğrencilere babanız çalışıyor, ben annenizi çağırım deyip yol yapmayı da iyi bilirdi Atalay Bolluk! Okula çağırdığı velilere şirinlikler yapar, kantinden çayı eliyle alır, “buyurun efendim, güzel bayanlara hizmet etmek, vatana hizmet etmektir, yarınlara hizmet etmektir,” deyip onunla ilgisi olmayan kavramları da kullanmaktan geri durmazdı. “Şeker kullanır mısınız efendim, ben çayı şekersiz içerim der, hiç lüzumu yokken, “benim insülin direncine, glisemik indekse dikkat etmem lazım derdi. Şeker hastasıyım demez, bilerek, isteyerek anlamını bilemediği bu tıbbi terimleri kullanır ki, gören, duyan çok şey biliyor desin öğretmenimiz. Her şeyi fırsata çevirmeyi bilen tipik bir şark kurnazıdır Atalay Bolluk! Çalıştığı okulun yemek servisi edilen bölümüne geçer, eline kepçeyi alır, yemekleri karıştırır, damak zevkine uygun yemek varsa Şef Ali Rıza Efendiye, “şundan iki porsiyon verirsen yerim, yoksa eve gider, karımın pişirdiğine talim ederim, derdi. Eşine bile milletin içinde “karım,” demekten hiç gocunmazdı.
Atalay Bolluk, bakımlı kadınlara özel bir yakınlık duyar, şebeklik derecesine varan şirinlikler yapmaktan geri kalmazdı. Bazen harımı yararcasına ağzına girecek kadar sokulurdu. Onun bu vaziyetini gören arkadaşları yerin dibine girerlerdi nerdeyse. Müdür Yardımcısı Yüksel Hanım, Müdüre Hanım’a durumu betimleme ustalığı ile anlatır, Müdür Melahat, Atalay Bolluk’u kaç sefer buna istinaden çağırmış, dikkatli, bir öğretmene yakışır şekilde hareket etmesi konusunda uyarmıştır. O da,
“Yok Müdürüm, öyle olur mu, yalan söylüyorlar, ben çok iyi bir öğretmenim ya, çekemeyenler uyduruyor, inanın bana, sizi sıkıntıya sokacak hiçbir şey yapmam ben!”
Yalakalıkta sınır yoktu Atalay Bolluk için, bütün idarecilere şirinlik yapardı. Şirinlik sözcüğünü sık kullansak da Atalay Bolluk’la bütünleşmiş bir tanımlamadır “şirinlik yapmak!” Amirine “müdürüm,” der, demesine de arkasından dedikodunun alasını yapmaktan geri durmazdı. Duruşu muruşu olmayan riyakâr biridir. O hiçbir idareci ile zıtlaşmaz, her sabah “Günaydın Yüksel Hanımcığım, Günaydın Müdürüm,” bir isteğiniz var mı, diye vıcık vıcık kokan reveranslar yapmaktan geri kalmazdı.
Atalay Bolluk, kentin sosyolojik yapısına uygun konumlandırıp muhalif cenahta yer almış, güya bu doğrultuda siyaset yapmaktan hiç imtina etmemiştir.
İyi öğretmendir, a tipi öğretmendir, reklam pazarlama konusunda kimse eline su mu dökemez onun! Şehrin ekâbirleri çocuklarını onun okutması için yarış içine girerdi kayıt kuyut zamanı. O, kayıt zamanı çocuğu okula çağırır, bir iki çizgi çalışması yaptırır, beğendiklerini kendine alır, kasım ayı gelmeden şehirde “Atalay Bolluk’un çocukları okumaya başlamış, derdi işsiz güçsüz okulu mesken tutmuş veliler, anneler. O anneler gözlemlerini günlerde de paylaşınca Atalay Bolluk adı efsaneleşir giderdi böylelikle. Hem öyle bir anlatırlar ki, yanına yan, kıçına çan takıp da öyle anlatırlar.
“Atalay Bolluk çok çalışkan bir öğretmendir, Atalay Bolluk, çok başarılı bir öğretmendir, Atalay Bolluk çok iyi bir öğretmendir…”
Efsane Atalay Bolluk adı ilçe sınırlarını aşmış vilayete kadar yayılmıştır. Çocuk sahibi olmak isteyenler, onun birinci sınıfları okutacağı yıla göre doğumu planlarlardı…
Atalay Bolluk, bakımlı kadınları, özgür ruhlu kadınlara bayılır, onlara “şirinlik” yapmada da sınırı yoktur.
“Bugün çok güzelsiniz efendim, bu bluz çok yakışmış, kırmızı renk güzelliğinize güzellik katıyor, bu kolyeyi yeni mi aldınız, ilk defa görüyorum…”
Anadolu’da bir tabir vardır, “her kuşun eti yenmez,” Hayriye Hanım, Bakkal Mahmut Efendi’nin ikinci eşidir. Yaşça kendinden hayli küçüktür. Hali vakti yerinde diye köyde yakınları bu işin olmasını sağlayıp Bakkal Mahmut Efendi’nin ikinci sefer evlenmesine yardımcı olmuşlardır…
Üstünde titredikleri küçük kızları Kübra bir yana dünya bir yanadır. Mahmut Efendi’nin iki yıllık eşi Münire’yi kötü hastalıktan kaybedince Tokat Zile’nin köyünde oturan dayı kızı Hayriye ile evlenmiş. Hayriye yönü batıya dönük bir köylü kızıdır. Tez zamanda şehre uyum sağlamış, kafasına uyan arkadaşlar edinmiş, günlerde bile boy göstermeye başlamıştır. Arkası arkasına doğum yapan Hayriye Hanım, çocuklarının başarılı birer öğrenci olması için okulla iletişimini sıkı tutmuş, hemen her gün okula gitmiştir. Küçük kızı Kübra ikinci sınıfta okumaktadır, okula gittiğinde onu bir güzel yedirir içirir, o teneffüste arkadaşları ile oynarken bir an bile gözünü üstünden ayırmazdı.
Eli işte, gözü oynaşta Atalay Bolluk, Hayriye Hanım’ı görünce kafasında fanteziler kurmaya başlamıştır çoktan. O geri çekilmeyi hiçbir zaman içine sindiremediğinden, Hayriye Hanım’ın, “lütfen, lütfen,” diyen uyarılarını aldırmayıp saksak bir çamur gibi yapışmıştır kadına. “Yapma der Hayriye Hanım, çoluk çocuk sahibiyim, evli barklıyım, lütfen,” der. Hayriye Hanım’ın lütfen diyen uyarıları sinek vızıltısı gibi bile gelmez Atalay Bolluk’a, içindeki şeytan, sahip olma ihtirası aklının çok önünedir. O yapma dedikçe, azıtmış, bu durum reddedilmekle birleşince iştahı kabardıkça kabarmıştır.
“Bir öğle yemeğine ne dersiniz, aslında sizinle baş başa bir akşam yemeği yemek çok daha muhteşem olur; fakat…”
Canına tak demiştir, bir sefer oturup onunla adamakıllı bir konuşup esaslı bir uyarı yapmaya karar verir.
“Bir sefer yiyeceğiz, başka da istemeyeceksiniz, söz mü?”
“Söz bir sefer, başka bir şey demeyeceğim, söz!”
“Bak, bir daha rahatsız edersen, olacakları ben düşünemiyorum, sen iyi düşün, ayağını ona göre davran!”
Anadolu tabirleri hayatın imbiğinden, süzülüp gelmiş, kıssalardır. Ondan hisse çıkarmayı bilmeyenler sünger beyinlilerdir. Demezler mi, köpek bok yemekten geçer mi, ne ederseniz edin, o köpek o boku yiyecektir. Atalay Bolluk da yine yemek davetlerine devam eder, arada kimse görmeden kırmızı gül vermeler…
Hayriye Hanım, elin günün arından, korktuğundan kimse görmeden gülü alıp çantasının içine atar. Artık ona uyku durak yoktur, bir türlü uyuyamaz, kocasına nasıl söyleyecek, nasıl açıklayacaktır, kocası, başkalarına değil de neden sana derse, ne cevap verecektir. Anadolu coğrafyasında sürü ile deyim, her vaka için muhakkak bir özlü söz vardır. Ne demişler, işte “… … kuyruk sallamazsa…” Bu deyimin Hayriye Hanım için hiçbir hakikat yanı yokken, kime ne diyebilirdi, başkasına değil de neden sana?
O gece yağmur, sabaha kadar bütün şiddetiyle yağar. Kimse evinden dışarı çıkıp çok mu yağıyor, az mı yağıyor diye merak bile etmez. Ara ara gök gürültüsü ile çakan şimşek, mahalleyi maviye çevirir. Mahalleli evine kapanmış dışarının yağmur şakırtıları, gök gürültüleri sanki korkutmuştur onları. Sabahın alaca karanlığı yavaş yavaş aydınlığa dönerken, yağan yağmurla yıkanan ağaçlar, yapraklar, yollar, çatılar taze bir başlangıcın müjdecisi olarak karşınızdadır. Toprak kokusu, ilaçtır, sevgi dolu ruhlara. “Öyle deme derdi, Fatma Hanım, sen öyle dersen, toprak da sen de bana koktun,” dermiş. Senin toprağa kokman demek, eli kılıçlı Azraillin kapında bitmesi demektir.
…
Eli yüzü kan revan içinde baygın olarak kalan Atalay Bolluk, epeyce kalır. Gecenin ilerleyen saatlerinde, “etrafı şöyle bir kolaçan edeyim,” diye görev mahallini dolaşmaya çıkan Bekçi Murtaza’nın ayağı bir şeye takılınca düşer. Cebindeki çakmağı çıkarıp çakan Murtaza, yerde kanlar içinde birinin yattığını görünce korkar, neden sonra kendini toparlayıp 112’yi arar.
…
Atalay Bolluk, yoğun bakım ünitesinde on gün yatar. Kendine geldiğinde ifadesini almaya gelen polislere, “hiçbir şey hatırlamadığını, kimseyi tanımadığını, kimseden de şikâyetçi olmadığını söyleyerek, lütfen beni rahatsız etmeyin, hiçbir şey hatırlamıyorum, hatırlasam bile hiçbir şey söylemeyeceğim; lütfen diyorum bakın, lütfen!”
...
Aslında herkes, her şeyi öğrenmiştir, efsane öğretmenleri Atalay Bolluk’un yaptıkları ağızdan ağıza, kulaktan kulağa yayılmıştır. Onun bu leke ile çalışması artık imkansızdır, uzun süreli bir sağlık raporu alır. Efsane Öğretmen Atalay Bolluk(!) mesleğinden, herkesten, her şeyden soğumuştur. Emekli olmaya karar vermiştir. Çocuğunu okuttuğu İlçe Eğitim Müdürü Abdüllatif Bey’in yardımı ile emekli işlemleri çabuklaştırılarak emekli olmuştur. O, yediği bir temiz dayak, lekelenmiş bir hayatla alıp başını gider. Kimse onun nereye gittiğine dair en küçük bir bilgi sahibi değildir…
Her efsane böyle olmaz tabi, ne yapalım bizim Efsane Öğretmenimiz böyle çıktı(!)