Nevzat ÇELİK

14 Ara 20215 dk.

ŞAFAK TÜRKÜSÜ

1
 
Beni burada arama anne
 
Kapıda adımı sorma
 
Saçlarına yıldız düşmüş
 
Koparma anne
 
Ağlama

Kaç zamandır yüzüm tıraşlı
 
Gözlerim şafak bekledim
 
Uzarken ellerim
 
Kulağım kirişte
 
Ölümü özledim anne
 
Yaşamak isterken delice

2
 
Bugün görüş günü
 
Günlerden salı
 
Islak
 
Sarı bir yağmur
 
Ülkemin neresine bakarsa ay
 
Orada yitik bir anne ağlıyor
 
Sen aralıyorsun yağmuru
 
Acıdan sırılsıklam alnına siper edip elini
 
Sonra bir umut koşuyorsun
 
Yüreğin avcunda
 
ısırırken
 
çırpıntı gözlerini
 
(ah verebilseydim keşke)
 
yüreği avcunda koşan
 
her bir anneye
 
tepeden tırnağa oğula
 
ve kıza kesmiş
 
bir ülkeyi armağan
 
koşma anne
 
birdenbire batacak olan
 
düş denizinde yarattığın umut sandalıdır
 
oysa benim için gece
 
ışık hızıyla koşan
 
kısa ve soğuk bir zamandır
 
bu yüzden boğuk seslerle geldiler bir şafak
 
uykusuz
 
yorgun
 
ve korkak

3
 
sanırım baytardı
 
yüreğimin depreminde rihter ölçeği çatlarken
 
ölebilir raporu veren beyaz önlüklü doktor
 
boşver hipokrat amca
 
üzülme ne olur
 
sen de anne
 
sen de üzülme
 
hücremin dört bir köşesinde el ayak izlerimi
 
ciğerlerimde yırtılan bir çığlıkla hazır beklediğim
 
ve korkunç bir sabırla birbirine eklediğim
 
korkak kahraman gecelerimi
 
düşlerimle sınırsız
 
diretmişliğimle genç
 
şaşkınlığımla çocuk devrederken sıradakine
 
usulca açılıverdi
 
yanağımda tomurcuk

pir sultan’ı düşün anne
 
şeyh bedrettin’i
 
börklüce’yi
 
torlak kemal’i düşün anne
 
hala kanaması nedendir faşizmin göğsünde
 
utangaçlığı bile vuramadan yanaklarına yasının
 
on sekizinde ölümüne pervasız yürüyen
 
ince bilekli çıplak ayaklı tanya’nın
 
deniz’i düşün anne
 
her mayıs şafağında uzun
 
uzun döverken darağaçlarını
 
ve o şafaktan doğma
 
on bir yaşını çiğneyip yürüyen çocukları
 
insanları düşün anne
 
düşün ki yüreğin sallansın
 
düşün ki o an
 
güneşli güzel günlere inanan
 
mutlu bir yusufçuk havalansın

4
 
sıcak omuzlar değerken omzuma
 
buz üstünde yürüdüm yıllar boyu
 
bayraklar ve türkülerle
 
kopunca memelerinden o mükemmel yaşama

kurşunlar sıktılar alnıma
 
açık alanlarda ağır
 
kartalların konup kalktığı
 
yalçın kayalardan biriydim
 
ölüp dirildim yeniden
 
güneşli güneşsiz akşamlarda

mutlu yarınlar adına
 
özgürlük adına ekmek adına
 
üstüne vardım kuyruğu kanlı itlerin
 
dirilip dönmesin diye hiroşimalar
 
tahtadan atların boynuna çıplak
 
ölümlerle yatmasın diye çocuklar
 
aç gözlerle bakmasın diye çocuklar
 
kardeşlik adına
 
havadaki kuş denizdeki balık adına
 
yürüdüm yıllar boyu

dönüp bakmadım arkama
 
ıraktı gözlerim çok ırak
 
izim kalır mı bilmem yürüdüğüm yolda
 
kalsa da silinir gider
 
yalnızca bir ağıt gibi çakılır
 
ardımca gelenlere gözlerimi yaktığım yer

5
 
tören adımlarıyla ölmek
 
ne garip şey anne
 
kanlı karanlık bir oyunda baş oyuncuyum
 
bütün gözler üstümde

sürüyor gecenin karnında şafağa bakan oyun
 
masa üstünde üşüyen bir sigara
 
yanında küçücük bir cam bardak
 
içinde rengi bu gecenin
 
cılız titrek bir kibrit
 
kağıt kalem
 
sandalye
 
geride flu
 
yağlı
 
büküm büküm bir ip
 
ve çingene kuralına uygun
 
değişmez dekoru mudur
 
idam mahkumunun

6
 
kırılacak cammışım gibi davranıyorlar
 
yüzlerinde zoraki çatılmış bir hüzün
 
oysa birazdan boynumu kıracaklar
 
pul pul dökülecek yaz siyasi eylül’ün

ben ölümü asıl az ötede titreyen
 
çingenenin kara killi ellerinde gördüm
 
anladım ki küllenen sigaradır
 
soğuyan bir bardak çaydır benim ömrüm

yani benim güzel annem
 
alacaşafağında ülkemin
 
yıldız uçurmak varken
 
oturup yıldızlar içinde
 
kendi buruk kanımı içtim

7
 
ne garip duygu şu ölmek
 
öptüğüm kızlar geliyor aklıma
 
bir açıklaması vardır elbet
 
giderken darağacına

8
 
geride
 
masa üstünde boynu bükük kaldı kağıt kalem
 
bağışla beni güzel annem
 
oğul tadında bir mektup yazamadım diye kızma bana
 
elleri değsin istemedim
 
gözleri değsin istemedim
 
ağlayıp koklayacaktın
 
belki bir ömür taşıyacaktın koynunda

usul adımlarla yürüdüm ömrümü
 
karşımda kurum kurumlaşan darağacı
 
(tarlakuşu korkmaz ki korkuluktan
 
ökse de olsa dört bir yanı)
 
birdenbire acıdı boynum
 
gelecekler var birbiri ardınca genç
 
yakışıklı

ne olur işçi kadınım
 
az yumuşak dik
 
şu kefenin yakasını

9
 
yaşamak ağrısı asıldı boynuma
 
oysa türkü tadında yaşamak isterdim
 
çiçekleri kokmak ırmakları akmak
 
yaz boyu çobanaldatanlara aldanmak
 
su başlarında aylak sektirmek kavalımı
 
sonra bir çocuğun afacan bacaklarında
 
anavarca kayalıklarına tırmanmak isterdim
 
o güzel günleri görenler arasında
 
bir soluk ben de yaşamak isterdim
 
bir de luvr müzesinde seyretmek gizliden
 
öperken siya-u jakond’u tebessümünden
 
işte o an saçlarından yakalamak dolunayı
 
bir de yirmi beş kilometreden görebilmek
 
nazım’ın gözleriyle pırıl pırıl moskova’yı

ölmek ne garip şey anne
 
bayram kartlarının tutsaklığından aşırıp bayramı
 
sedef kakmalı bir kutu içinde
 
vermek isterdim çocukların ellerine
 
sonra
 
sonra benim güzel annem
 
damdan düşer gibi
 
vurulmak isterdim bir kıza

10
 
künyemi okudular
 
suçumuz malum

gecenin kıyısında durmuşum
 
kefenin cebi yok
 
koynuma yıldız doldurmuşum
 
koşun çocuklar çocuklar koşun
 
sabah üstüme
 
üstüme geliyor
 
yanlış mı duydum yoksa
 
erkenci bir horoz mu ötüyor
 
keskin bir acı bilenmiş
 
git gide yaklaşıyor sonum

iri sözlerim yoktu söyleyecek
 
usulca baktım yüzlerine
 
bin yıllık iskeletleri çatırdayarak
 
göçtü ayaklarının dibine

korkutamadılar beni anne
 
avlunun ortasında çatık bir kaş gibi duran
 
darağacı
 
bir zaman rüzgarda
 
saçını tarayan telli kavak değil mi
 
boynumdaki kemendi bir öğle sonu bükerken o kız
 
sarı sıcak sevdasını düşünmedi mi
 
söyle anne
 
o çingene
 
bir çiçek bahçesi kadar sıcak sokağımızdan
 
bağıra çağıra geçen bohçacı kadını
 
sevmedi mi çılgınca

11
 
kurulmuş tuzaklar yok artık yolumda
 
işkenceler zindanlar hücreler
 
savunmak yok mutlu tok bir yaşamı
 
açlık grevlerinde beynimi bir sıçan gibi kemiren
 
mideme karşı
 
kısacası
 
bir çiçeği düşünürken ürpermek yok
 
gülmek umut etmek özlemek
 
ya da mektup beklemek
 
gözleri yatırıp ıraklara

ölmek ne garip şey anne
 
artık duvarları kanatırcasına tırnağımla
 
şaşkın umutlu şiirler yazamayacağım
 
mutlak bir inançla gözlerimi tavana çakamayacağım
 
baba olamayacağım örneğin
 
toprak olmak ne garip şey anne
 
ceplerimde el yerine balyoz taşırken
 
korkunç bir merakla beklerken kurtuluş haberlerini
 
ve yüreğimin ırmakları taştı
 
taşacakken
 
ölmek ne garip şey anne

uçurumlar ki sende büyür
 
dağdır ki sende göçer
 
ben yaprak derim çiçek derim
 
çam diplerinde açmış kanatlarını kozalak derim
 
gül yanaklı çocuğa benzer
 
yine de
 
oğlunu yitirmek kim bilir
 
ne garip şey anne

12
 
beni burada arama anne
 
kapıda adımı sorma
 
saçlarına yıldız düşmüş
 
koparma anne
 
ağlama
 
kırıldıysa düş evinin kapısı
 
bütün kırık kapıların çağrılışıyım
 
kızların yanaklarında çukurlaşan
 
biten başlayan aşkların ortasındayım
 
her kavgada ölen benim
 
bayrak tutan çarpışan
 
her kadın toprağı tırnaklayarak doğurur beni
 
özlem benim kavga benim aşk benim
 
bekle beni anne
 
bir sabah çıkagelirim

bir sabah anne bir sabah
 
acını süpürmek için açtığında kapını
 
umarım kurtuluş haberleriyle dönmüş olur
 
çam ve kekik kokuları içinde acı yüzlü çocuklar
 
o zaman nasıl indirilmişlerse şen şakrak
 
öylece kalkar uykudan şalterler
 
dişleyip tükürmeden sigaralarını
 
türkü tadında giyinirken işçiler

bir sabah anne bir sabah
 
acını süpürmek için açtığında kapını
 
adı başka sesi başka nice yaşıtım
 
koynunda çiçekler
 
çiçekler içinde bir ülke getirirler
 
başlarını koymak için yorgun dizine
 
sen hazır tut dizini anne
 
o mükemmel güne

***

Şafak Türküsü

Nevzat Çelik'in aynı isimli bir şiir kitabı da bulunan şiiridir. Kitap 1984 yılında Akademi Kitabevi Başarı Ödülünü kazanmıştır. Şafak Türküsü isimli şiirini, şair Metris Cezaevindeyken yazmaya başlamış ve şiir yine o cezaevinde tutukluyken tanınmıştır. Bu şiir kitabı basıldıktan iki hafta sonra sansürlü olmasına rağmen en çok satanlar listesine girmiştir.

Nevzat Çelik bu şiirini Bayrampaşa Cezaevi'nde tamamlandığını söyler:

"Yaklaşık iki buçuk yıl boyunca, biz o hücre tipi cezaevinde, üç kişilik ve tek kişilik hücrelerde 2.5 yıl boyunca havalandırmaya çıkamadan yaşamak zorunda kalmıştık. Şafak Türküsü, 83’te Metris’te esas olarak yazıldı, ama tamamlanma süreci şeydir. Bayrampaşa Özel Tip Cezaevi’dir.[

Şiirin konusu

Şiirin tamamı 280 dizeden oluşmaktadır. Bir idam mahkûmunun annesi ile vedalaşması teması üzerinde yoğunlaşır. 12 Eylül Darbesi'nden sonra yaşanan tutuklamalar sonucu birçok kişiyle beraber Nevzat Çelik de idam cezasına çarptırılmıştır. Kendisinin ifadesine göre çok yakınlarının, tanıdığı insanların idamlarının yaşandığı bir ortamda, bunun verdiği psikolojiyle yazılmıştır.

"...Ama bunu kavramsal bir süreç içerisinde yerini anlatabilmek, duyurabilmek için ya bu saiktir bana elbette Şafak Türküsü’nü esin olmak bana yazdıran. Bunu bir başkaldırı olarak düşünmemiz lazım, çünkü şiirin bütününe baktığın zaman orada asla yılmayan, pes etmeyen ve gelecek güzel günleri isteyen güzel gündüzünde sömürülmeyen, gecesinde aç yatılmayan bir dünya ve özgürlüğü isteyen insanların ortak dramını yakalayan bir şeydir..."

1960'ta Boyabat'ta doğan Nevzat Çelik, 1965'te ailesiyle birlikte İstanbul'a geldi. Mart 1980 yılında İstanbul Devlet Güzel Sanatlar Akademisi Uygulamalı Endüstri Sanatları Yüksek Okulu Grafik bölümü birinci sınıfta okurken tutuklandı. Dev-Sol davasından idam istemiyle yargılandı.

1984'te Şafak Türküsü adlı şiir dosyası Akademi Kitabevi Şiir Ödülü birincilik ödülünü alarak kitaplaştı.

Ekleyen: Nurten B. AKSOY

    360
    7