İsmet Özel

26 Eki 20195 dk.

Of Not Being A Jew

İniyorum kulelerinden katil
 

 
iniyorum maktul minarelerden
 

 
taraçadan, bahçeden
 

 
ilk tanıyı bulanların indikleri her yerden
 

 
ilk tanıyı bulandıran bir vaşakla birlikte
 

 
değdikçe ayaklarım merdiven alçalıyor
 

 
açılıyor leşlerin, atmıkların cesurane
 

 
canlıların korka korka uzandıkları zemin
 

 
ağzımda kef
 

 
iki gözIerimde mil
 

 
iniyorum kulelerinden
 

 
katil.
 

 
Körüm, o halde karanlık niye benden kaçıyor?
 

 
Sağırım, nasıl oluyor da uğultum uzaktan
 

 
beni çağırmaktadır?
 

 
Göklerin çökeltisinden başkaca soy
 

 
toprağın tortusundan gayrı hısım bilmeksizin
 

 
iniyorum kirli eteklerine
 

 
beni emziren kaltak şehrin
 

 
iniyorum ama indirilmedim
 

 
iniyorum çalıntı tahtımı terk ederek
 

 
arada bir çehremi dalgalandıran karaltı
 

 
vurulmuş arkadaşlarımdan yansıyor olsa gerek
 

 
iniyorum onlardan artakalan yükü indirmek için
 

 
indiğim yerde beni bir bekleyen yok
 

 
indiğim yerde biçilmiş ot gibiyim
 

 
puslu, çapraşık, koklanmamış
 

 
ihmalkâr gözle okunmuş bir kitap
 

 
bîtab bir gözle okunmayı tercih ederdim
 

 
yoğrulmuş olan benle bir daha yoğrulsaydı
 

 
benimle açsaydı ağırdan
 

 
tükeniş faslını mızrap.
 

 
Yağmurun yoldaşı denebilir mi bana?
 

 
Ne dökülüş inişimde, ne çakış…
 

 
Yalnızca o çetrefil
 

 
aralama zahmetine katlanarak
 

 
iniyorum kızları utandıran iç çekişle
 

 
erkekleri boğan kasvetle iniyorum.
 

 
Öfkemdi başlattı yolu
 

 
ısrara gerek var deyip durdu şehvetim
 

 
istemedi doğurmak böyle bir uğraşı tabiat
 

 
tarih onu tanımazlıktan geldi
 

 
bir dövüş olsaydı sonunda belki gevşerdi hırsım
 

 
belki saçlar taranırdı bir sevişmeden sonra
 

 
ama ben hınca hınç bekçisi kalacağım burçlarımın
 

 
sonunda yükü bıraktığıma yanacağım.
 

 
İniyor ve inliyorum
 

 
nereye bir kucak dolusu
 

 
sonluluk sorgusu getiriyorsam
 

 
oraya bir kucak da getiriyorum
 

 
bir kucak sadece genç ve diri değil
 

 
bir kucak sadece yaşlı ve yorgun değil
 

 
bir kucak sadece erkek ve vakur değil
 

 
bir kucak sadece kıvrak ve dişi değil
 

 
bir kucak sadece kavruk ve intikamcı değil
 

 
bir kucak sadece gürbüz ve atak değil
 

 
bir kucak sadece üzgün ve dindar değil
 

 
bir kucak sadece temiz ve sevecen değil
 

 
bir kucak sadece pis ve sırnaşık değil
 

 
bir kucak sadece cömert ve sıcak değil
 

 
bir kucak sadece sancılı ve keskin değil
 

 
bir kucak sadece umursamaz ve bezgin değil
 

 
bir kucak sadece öksüz ve çolak değil
 

 
bir kucak
 

 
sadece bir kucak
 

 
açılınca açıkları kapatan
 

 
acıkınca doyuran
 

 
ve doyurunca
 

 
nasıl da perişan, ne kadar da ölçülü
 

 
darası alınmaz yüküm bu benim
 

 
kayda geçirilemez, narhı konulmaz
 

 
resmen ve alenen ifade usulü yok
 

 
gözümün feri saydım onu, gücüm bundadır
 

 
dizimin dermanıdır o
 

 
buradan gelir cesaretim
 

 
bende bu kucak olduktan sonra
 

 
iyi veya kötü ne yapılabilir
 

 
kendi hayatı aleyhine
 

 
binlerce defa dolap
 

 
çevirmiş olan bana?
 

 
Bakın, bulduğum her gerçeği delik deşik ediyor
 

 
kayboluş kapımı sürgüleyen bir vaşak
 

 
her sevincimi viran eden bu hayvan
 

 
yalanlar içinde boğulmamı önlüyor
 

 
ondan kurtulacak olursam biliyorum
 

 
beni yaşamakla coşturan
 

 
bir kaynak keşfederim
 

 
ondan kurtulduğum an
 

 
bütün boyutlarımı
 

 
kaybederim.
 

 
Önceleri, acemiyken
 

 
bu vaşak yokken daha yanıbaşımda
 

 
okul müdürü
 

 
veresiye satan bakkal
 

 
kapıcı ve akrabaları
 

 
dört ayrı ölümle ölmeyi öğren
 

 
demişlerdi bana
 

 
dört bucakmış
 

 
anlattıklarına bakılırsa dünya
 

 
omzun güneş kokuyor demişti
 

 
kısa eteklikli kız
 

 
o da omzuma bir şey konduracak mutlaka.
 

 
İşte o zaman bildimdi
 

 
anladımdı o sıra
 

 
ne bir atlas kalır bende, ne ibrişim
 

 
bu çuha, bu sicim elden çıkarsa
 

 
acemiydim gitmem dedim sizin provalarınıza
 

 
bön ve berbat buluyorum yaldızlı yaz gecelerinizi
 

 
berbattır balkonda o güneşli sabahlar
 

 
biraz açılmak için açıldığınız kırların
 

 
aniden karşılaştığınız ırmakların
 

 
ürpertisi ahmakça
 

 
böndür beni belimden bölmeye kalkan enlem
 

 
benden iki bakışık parça
 

 
çıkarmaya çabalayan boylam da berbat
 

 
ipekli libas giymem, altın takınmam
 

 
atımın eğerinde kaplan derisi yoktur
 

 
çehreme iyi baksalardı yırtılırdı
 

 
uykularının zarı
 

 
uykuluydular sinerken bedenime kıraç dağlar
 

 
bitek vadilerle beraber ben tenimi yumarken
 

 
uykularına tutundular…
 

 
Çocuklar acıları paylaşmaz demiştim omuz silkerek
 

 
acılardır paylaşan çocukları
 

 
gün geldi paylaşıldı acılar
 

 
çocuklar paylaşıldı
 

 
bana bırakılan neyse ona burun kıvırdım
 

 
gittim bir kuyudan su çektim
 

 
halka boynumdan geçti
 

 
geçti boynuma kemend
 

 
d harfine bak dedim
 

 
nasıl da soylu duruyor sonunda kelimenin
 

 
harfe bak, harfe dokun, harfin içinde eri
 

 
harf ol harfle birlikte kıyam et
 

 
harf of harfler ummanına bat
 

 
çünkü gördüm ne varsa sonunda kelimenin
 

 
çünkü böndür altında kaldığım töhmet
 

 
uğradığım kinayeler bön ve berbat.
 

 
Evet, ilmektir boynumdaki ama ben
 

 
kimsenin kölesi değilim
 

 
tarantula yazdılar diye göğsümdeki yaftaya
 

 
tarantulaymış benim adım diyecek değilim
 

 
tam düşecekken tutunduğum tuğlayı
 

 
kendime rabb bellemiyeceğim
 

 
razı değilim beni tanımayan tarihe
 

 
beni sinesine sarmayan
 

 
tabiattan rıza dilenmeyeceğim.
 

 
Gittim su çektim en derin kuyudan
 

 
en hileli desteden
 

 
kendi kartımı çektim
 

 
yaktım belgeleri
 

 
bütün tanıkları yok etmek için
 

 
ricacıları öldürdüm
 

 
onlar bu dumanlı dünyanın
 

 
beni nasıl özlediğini görmüş olabilirdi
 

 
gerçekten özlemişti beni dünya öze çekmişti
 

 
özüm gelinceye kadar bana temas etmişti
 

 
bu dokunuş parlatınca beni
 

 
benden biraz dünya
 

 
isteyen ricacıları
 

 
öldürdüm ve
 

 
kıtal bitti.
 

 
Yazık.
 

 
Yazık ki yazgımın boyası koyu.
 

 
İnilecek kadar indim. Hayfa.
 

 
Yine bir geçitteyim, yeniden bir liman şehri bura
 

 
eskilerin tayfası yine hep buradalar
 

 
hep bilinen tecimenler, tanıdık yosmalar
 

 
havada hayza benzeyen aynı koku
 

 
binalara yaklaşırken eskisi gibi
 

 
sıklet artıyor
 

 
hâlâ ayırt edilemiyor dişli gıcırtıları
 

 
çocuk çığlıklarından
 

 
tanıyorum bunlar
 

 
bulutlara bakmak için penceresi evlerin
 

 
bu da deniz
 

 
hırs püsküren, toynak durduran deniz
 

 
rezeleri yerlerinden oynatan
 

 
vâdeden, vâdeden, vâdeden tesellicimiz.
 

 
Bir yanımda kıyısı kışkırtıcı
 

 
ufku muallâk deniz, bir yanımda
 

 
kamu açıklamaları, genelgeler, tahvilât
 

 
kimin yüzünü çevirdiysem
 

 
hüznü de sevinci kadar ıskarta…
 

 
Niye indim buraya ben?
 

 
Boşuna mıydı yol boyunca benliğime
 

 
musallat olan belâ?
 

 
Bir çevrim tamamlandı mı şimdi?
 

 
Yine mi döndüm başa?
 

 
Olmaz diyor yanımdan ayrılmayan vaşak
 

 
kimse başa dönmemiştir, dönemez
 

 
hele sen geçtiğin o ormanlar
 

 
rüyalarındaki canavarlardan sonra
 

 
çok uzaksın o ilk
 

 
fırlatıldığın zamana.
 

 
Aldanma bunlar tayfa değil
 

 
burada doğdu hepsi
 

 
denize hiç açılmadılar
 

 
denizi sen kadar bile
 

 
tanıyan yoktur aralarında
 

 
her biri uzak bir beldeden geldi
 

 
sanılsın istiyor yosmalar
 

 
böylece saygın fahişeler
 

 
arasına katışacaklar
 

 
müptezel birer facire ofsalar da.
 

 
Tecimenler, onlar da sahi değil
 

 
onlar da olmayan tayfaların
 

 
gemilerinden çıkan malları
 

 
sattıklarına inandırmak istiyor
 

 
şehrin acemi insanlarını.
 

 
Sen ve yağmur.
 

 
Başa dönemezsiniz.
 

 
Öyle bir yol yürüdünüz ki ancak
 

 
dönüş yolunu yok ederek gelebilirdiniz
 

 
inişiniz bir iniş olurdu başa dönmemecesine.
 

 
Yağmur yalnız yağarken yağmurdur
 

 
sen yalnız senken sensin
 

 
burada kalamazsın ve başa dönemezsin
 

 
gitmek zorundasın
 

 
kovalanan bir Yahudi gibi
 

 
ama Yahudiler gibi kendinle kalamıyorsun
 

 
her şey çok yetersiz senin için
 

 
her şey sana çok fazla
 

 
ayıklarsan ayık durabiliyorsun
 

 
aranı açıyorsun kendinle
 

 
eşyayı araladıkça
 

 
uyanmanın bedeli serapları fedadır
 

 
uykuyu tadayım dersen
 

 
kâbusa dalmak pahasına.
 

 
Tarihe dersini vermen gerek
 

 
yoldan ayrılamazsın
 

 
yediremezsin sokulmayı kendine
 

 
tabiatın apışaralarına
 

 
ne yıkılmış bir tapınağın suskunluğu
 

 
durdurabiliyor seni
 

 
ne gürültülü bir havra.
 

 
Yükün ağır.
 

 
He’s so heavy
 

 
just because he’s your brother.
 

 
Kardeşlerin pogrom sana.
 

 
Dostlarının eşiğine varınca başlıyor
 

 
senin diasporan.
 

 
Herkesin bahanesi var, senin yok
 

 
günahlı bir gölgenin serinliğinde
 

 
biraz bekleyebilirsin, daha sonra
 

 
burada kalamazsın, başa dönemezsin
 

 
ama dön
 

 
Eve dön! Şarkıya dön! Kalbine dön!
 

 
Şarkıya dön! Kalbine dön! Eve dön!
 

 
Kalbine dön! Eve dön! Şarkıya dön!
 

 
Eve dönmek
 

 
kendime sarkıntılık etmekten başka nedir?
 

 
orada, arada bir beni yoklar
 

 
intihara ayırdığım zamanlar
 

 
bunlar temiz, kül bırakan zamanlardır
 

 
düzgün sabuklamalardan bana kalan..
 

 
Evde
 

 
anlaşılmaz bir tını
 

 
bilmem nereden gelir
 

 
uykumdan? kanımdaki çakıldan? unutkanlığımdan?
 

 
bilemem Yahudi değilim
 

 
gizli bir yerde genizam yok
 

 
bilemem insan nerenin yerlisidir
 

 
ömrüm burada
 

 
bütün Yahudiler gibi
 

 
raflara doğru, çekmecelere
 

 
sahanlıklara doğru geçti
 

 
yabancı ellerde çitilenmekten korunmak için
 

 
bir sıvaydım kendime kendi ellerimde
 

 
tıpkı Yahudiler gibi
 

 
buraların yerlisi ben değilim.
 

 
Şarkıya dönersem ense köküm seyrelecek
 

 
ağdası çözülecek bana aşktan bulaşan kozlarımın
 

 
şehrin insanları yumruklarımda beyaz bulut
 

 
yolun çamurunda revnâk-ı bahar bulacaklar
 

 
ben şarkıya dönünce
 

 
boğazlarındaki boğum insanların epriyecek
 

 
ve onun yerine her günkü işleri yaparken
 

 
kepenkleri kaldırırken, silerken tezgahı
 

 
kalbe gizlice batan kıymık geçecek
 

 
şarkıya dönersem, yanık bir şarkıya
 

 
holokost neymiş meğer
 

 
herkes bilecek.
 

 
Kalbime döneceğim, ama hangi yolla?
 

 
Yedeğimdeki okunaksız
 

 
şarapla lekelenmiş, solgun harita
 

 
uyduruk bir şey mi bilmiyorum
 

 
yoksa sahiden definenin yeri
 

 
gösteriliyor mu orada?
 

 
Ama boşver... Nasıl bir ilgi olabilir
 

 
kalbe dönmekle define bulmak arasında?
 

 
Lâkin ben inerken her dönemeçte
 

 
bir parçasını ele geçirdiğim
 

 
her molada, her zorlanışında nefesimin
 

 
her ayak sürçmesinde çiziktirdiğim haritamın
 

 
bütün paftalarında sabit mürekkeple işaretlenmiştir
 

 
nerelerde kıraçlaşır
 

 
rahminde levendane öcün tohumları yatan gece
 

 
güneşin şifa diye bilinen ışıkları
 

 
nerelerde kıyıcı bir zehre çevrilir…
 

 
Haritamda caddeyi ürpertiye açacak
 

 
bir kaç kaçıktan başka nirengi noktası yok.
 

 
Açıkça gösteriyor haritam farkı nedir
 

 
bir cenaze kalkarken yağan yağmurun
 

 
bir hükümet darbesinden sonra yağan yağmurdan.
 

 
Yağmalar belli ki kim bulsa defineyi, umurumda mı
 

 
ben kalbime döneceğim fokurdayıp pörtlemek için
 

 
hep fokurdak ve pörtlek kalacağım kalp içinde
 

 
canı sıkkın kızların yüzlerinden
 

 
döşünden ahı kalmış delikanlıların
 

 
dünyaya habire pörtleyeceğim
 

 
evlerin olanca tınısı dindiği zaman
 

 
kısıldığı zaman bütün şarkıların kanatları
 

 
fokurtum dokunacak herkese yedi ırkın kavşağından.
 

 
Yahudi değilsem bile
 

 
bende Yahudalık da mı yok-
 

 
Kimi öptüm de kurtuldu çarmıha çakılmaktan?

İsmet Özel

    440
    1